HİCRİ TAKVİM

Hicri Takvim Hz. Muhammed'in Mekke'den Medine'ye hicretini başlangıç kabul eden ve ayın dünya çevresinde dolanımını esas alan bir takvim sistemidir. Hicri Takvim; Hicri Şemsi ve Hicri Kameri Takvim olmak üzere ikiye ayrılır:

Hz. Muhammed, safer ayının 27.günü Hz. Ebubekir ile birlikte Medine'ye hicret etmek üzere Mekke'den ayrılmış, 4 gece Sevr Mağarası'nda kalmış. 1 Rebiülevvel Pazartesi günü Sevr Mağarasından Medine'ye doğru yola çıkmışlardır. 8 Rebiülevvel / 20 Eylül 622 Pazartesi günü Kuba Köyü'ne gelmiş, burada Kuba Mescidi'ni inşa etmiş ve 12 Rebiülevvel Cuma günü Medine'ye doğru hareket etmişlerdir.

1- Hz. Muhammed'in Kuba'ya geliş günü olan 20 Eylül 622 tarihini, Hicri sene başlangıcı olarak kabul eden ve dünyanın güneş etrafındaki dolanımını esas alan takvim sistemine Hicri Şemsi Takvim denilmektedir.

2 -İslamiyet'ten önce, her önemli olay tarih başlangıcı olarak kabul edilirmiş. En son Fil Vakası da takvim başlangıcı olarak kabul edilmiştir. Bu uygulamada seneler, her önemli olaya göre sayılarak geldiğinden birçok karışıklıklara sebep oluyordu. Hz. Ömer zamanında Hicret'in 17. yılında alınan bir kararla Hicret'in olduğu sene Hicri Takvim'in 1. yılı ve o yılın muharrem ayı da Hicri Kameri Takvim'in yılbaşısı kabul edilmek suretiyle, o yıl 1 Muharrem'in rastladığı 16 Temmuz 622 tarihi de Hicri Kameri Takvim'in başlangıcı olarak kabul edilmiştir. Biz bunu Hicri Kameri Takvim değil, Hicri Takvim olarak bilmekteyiz.

Hicri Kameri Takvim'de aylar; muharrem, safer, rebiülevvel, rebiülahir, cemaziyelevvel, cemaziyelahir, recep, şaban, ramazan, şevval, zilkade ve zilhicce şeklinde sıralanırlar.

Hicri takvimlerde de, miladi takvimlerde olduğu gibi artık yıllar mevcuttur. 30 yılda yaklaşık 11 günlük bir gerileme yapmaktadırlar. Bu gerilemeyi düzeltmek için 30 yıllık dönemlerin 2, 5, 7, 10, 13, 15, 18, 21, 24, 26 ve 29 yılları 355 gün, diğer yıllar ise 354 gündür.

Ay, dünya etrafında 12 defa döndüğü zaman bir kameri sene olur ve 354.367 gündür (354 gün 8 saat 48 dakika 34.68 saniyedir). Dünya, güneş etrafında 1 defa döndüğü zaman da bir miladi sene olur ve 365.2422 gündür.

Hicri yıl miladi yıldan ( 365.2422 - 354.367 =) 10.8752 gün daha kısa olduğundan aylar bazen 29. bazen de 30 gün çekmektedir.

MİLADİ TAKVİM

Günümüzde uluslararası takvim olarak kullanılan Miladi Takvim'in aslı Roma Takvimi'ne dayanmaktadır. Bu takvim sistemi de günümüze gelinceye kadar iyileştirilerek birkaç dönemden geçmiştir.
* Başlangıçta bir yılda; 4'ü 31 gün ve 6'sı da 30 gün olmak üzere 10 ay ve 304 günü olan bir takvim kullanılmaya başlanmıştır.
* M.Ö.VII. Yüzyılda Roma İmparatorluğu'nda Numa Pompilius zamanında ayın dünyanın etrafında dolanımını esas alan ve yeni ayın doğuşu ile beraber başlayan 12 aylık ve 354 günlük ay takvimine geçilmiştir. Bu takvim sistemi ile mevsimler arasındaki uyumsuzluğu gidermek için iki yılda bir 22 şubat ile 23 şubatın arasına, 22 (artık yıllarda 23) günlük mercedonius adıyla 13. yeni bir ay eklemişlerdir. Bir yıl ortalama 365, artık yıllarda ise 366 gün oluyordu.
Mevsimler arasında uyum sağlamak için de 33 ve 34 günlük iki ay, kasım ve aralık aylarının arasına eklenmiştir. Daha önce şubatın 22 sinden sonra eklenen 22 (23) günlük mercedonius ayıyla beraber bir yıl 455 (artık yıllarda 456) güne çıkarılmış, Bu nedenle M.Ö. 46 yılına "karışık yıl" denilmiştir. Bu karışık yıldan sonra ilk baharın başlangıcı 25 mart olarak tespit edildi ve yılın başlangıcı da 1 marttan 1 ocak gününe alınmıştır.
* Roma Kralı Julius Sezar; İskenderiyeli astronom Sosigenes'in tavsiyelerine uyarak M.Ö.45 yılında; dünyanın güneş etrafında dolanımını esas alan 365.25 günlük takvim sistemini uygun görmüş ve 4'e bölünebilen artık yıllar 366, diğerleri ise 365 günden oluşan normal yıl, ocak ayı da yılbaşı olarak kabul edilmiştir. Yıl 12 ay olacak, ay süreleri ocaktan başlayarak 31, 28 (29),31,30,31,30,31,31,30,31,30 ve 31 gün alınacaktır. Julius Sezar adına ithafen de Jülyen Takvimi denilmiştir.
Julius Sezar'ın öldürülmesinden sonra, takvimde yaptığı ıslahat sekteye uğramış, bu düzenlemeleri yapan Pontifeksler 4 yılda bir artık yıl yerine, 3 yılda bir artık yıl uygulamaya başlamışlardır. Böylelikle 36 yılda 9 yerine 12 artık yıl eklenmiş oluyordu. M.Ö. VIII. yılda Augustus bu kaymayı düzeltmek için 12 yıl süreyle artık yılın uygulamasını durdurmuş, M.S. 5. yıldan itibaren Jülyen Takvim Reformu düzenli olarak uygulamaya konulmuştur. Bu tarihten önceki 50 yıla da "yanlış Jülyen yılları" denilmiştir.

GREGORYEN TAKVİMİ

* Bir yıl 365.2422 gün olduğu halde, Jülyen Takviminde bir yıl 365.25 gün olarak alındığından, Jülyen yılından 0.0078 gün daha kısa olduğundan ve 400 yılda 3 gün geri kaldığından dolayı mevsimler arasında meydana gelen uyumsuzluğu gidermek amacıyla M.S. 1582 yılında Papa XIII. Gregoris, Jülyen Takvimi'nde reform yapılmasını emretti. Yapılan reform neticesinde alınan kararlar:

1 - M.S. 325 yılında toplanan İznik Konili'nde 1582 yılına kadar 1257 yıl içerisinde Jülyen Takvimi yaklaşık 10 gün geri kaldığından, 4 ekim gününü takip eden gün 5 ekim değil, 15 ekim olarak uygulanması.

2 - Son iki rakamı "00" ile biten yıllardan 400'e tam olarak bölünebilen yılların (1600, 2000 gibi) artık yıl olarak, 1700, 1800 ve 1900 gibi son iki rakamı "00" ile biten ancak 400'e tam olarak bölünemeyen yılların da normal yıl olarak kabul edilmesi. Açıklama: Sonu "00" ile bitmeyen ve 4'e kalansız bölünebilen tüm yıllar artık yıldır. Sonu "00" ile biten yıllar (yani yüzüncü yıllar) ise ve eğer 400'e bölünebiliyorlarsa onlar da artık yıldır. Örneğin; 1700 - 1800 - 1900 yılları artık yıl değilken, 2000 yılı artık yıldır.

3 - Hz. İsa'nın doğum gününün tarih başlangıcı olarak alınması.

Gregoryen Takvimi'ne göre bir yılın ortalama süresi 365.2425 gündür. Bir dönencel yıl ise 365.2422 gündür. Aradaki 0.0003 gün 1582'den beri biriken hataların sonucu olarak 4317 yılda 1 gün fazla olacaktır.

Gregoryen takvimindeki; mart, mayıs ve ağustos ay adları Roma, şubat, nisan, haziran, temmuz ve eylül ay adları Süryani, ekim, kasım, aralık ve ocak ay adları ise Türkçe kökenlidir.


MİLADİ TAKVİMİN UYGULAMA KRONOLOJİSİ
1577 Gregoryen Takvimi çalışmaları başlamıştır.
15 Ekim 1582 Papanın emriyle 5 Ekim tarihi, 15 Ekim olarak değiştirilmiştir.

ÇEŞİTLİ ÜLKELERİN GREGORYEN TAKVİMİNİ KABUL TARİHLERİ

20 Aralık 1582 Fransa'da 10 Aralık tarihinin 20 Aralık olarak değiştirilmesi.
1582 Danimarka'da kullanılmaya başlanması.
1582 Hollanda'nın Katolik kesiminde kullanılmaya başlanması.
1584 Almanya'nın Katolik devletlerinde kullanılmaya başlanması.
1586 Polonya'da kullanılmaya başlanması.
1587 Macaristan'da kullanılmaya başlanması.
1682 Fransa idaresine giren Strozbourg ve Alsace'de kullanılmaya başlanması.
1700 Protestan Almanya ve Hollanda'da kullanılmaya başlanması.
1701 İsviçre'nin Protestan kantonlarında kullanılmaya başlanması.
1752 İngiltere'de 3 Eylül tarihini takip eden günün 14 Eylül olarak kullanılmaya başlanması.
1 Mart 1753 İsveç'te kullanılmaya başlanması.
1782 İrlanda'da kullanılmaya başlanması.
1873 Japonya takviminin Gregoryen esasına göre ıslah edilmesi
1912 Çin'de kullanılmaya başlanması.
1916 Bulgaristan'da kullanılmaya başlanması.
1917 Türkiye'de 15 Şubat tarihini takip eden günün 1 Mart olarak kullanılmaya başlanması.
14 Şubat 1918 Sovyetler Birliği'nde kullanılmaya başlanması.
1 Mart 1914 Yunanistan ve Romanya'da kullanılmaya başlanması.
4 Ağustos 1924 Ürdün'de kullanılmaya başlanması.
26 Aralık 1926 Türkiye'de kullanılmaya başlanması.


RUMİ TAKVİM

Rumi Takvim; Miladi 1840 - Hicri 1256 yılına kadar Hz. Muhammed'in Mekke'den Medine'ye hicretini başlangıç kabul eden ve ayın dünya çevresinde dolanımını esas alan 354.367 günlük Kameri Takvim sistemi üzerine, Miladi 1840 - Hicri 1256 yılından itibaren de dünyanın güneş etrafında dolanımını esas alan 365.2422 günlük Şemsi Takvim sistemi üzerine kurulmuş karma bir takvim sistemidir.

Rumi Takvim, hukuken yürürlükten kalkmış olmasına rağmen kamuoyu bakımından oldukça hassas bir konu olmuştur. Halk arasında Rumi Takvim'in yegane önemli tarafı; doğum günlerinin miladi takvime göre tekabülleri ve yaş hesaplamaları ile birlikte, eskiden beri onlar için ne zamanda ne olacak ve ne zaman ne yapılacak ölçüsüdür. Çiftçinin ölçekleri ayrı, meteorolojik olayları takip edenlerin ölçüsü ayrıdır. Hatta Katolikler'in bazı yortuları bile bu eski Rumi günlere göre uygulanmaktadır. Toplumu teşkil eden fertler, daima içinde yaşadığı sosyal çevrenin tesiri altında bulunmaktadır. İtikatlarında, adetlerinde düşüncelerinde ve hislerinde özgürlüğe sahip değillerdir. Atalarından gelen kurallara uymamayı akıllarından bile geçirmezler. Taklit ile hareket etmenin kolay ve hayattaki zorlukları bertaraf etme sebebi ve atalarına hürmet duyguları da bu tabaka arasında teamuli kaideleri uygulamayı devamlı olarak takviye etmektedir.

Bu sebeplerle hukuken terkedilmiş bulunan Rumi Takvim'in teamuli olarak devam ettirilmesindeki ihtiyacı ile bütün takvimlerde Rumi tarihe de bir yer verilmiştir.

Osmanlı Devletinde:
* 1677 yılında Baş Defterdar Hasan Paşa'nın (vefatı 1684) teklifi üzerine 33 senede 1 sene atlanmak suretiyle Kameri Takvim ile Şemsi Takvim arasındaki farkı dikkate alarak, mali kayıtların buna göre düzeltilmesini istenmiştir.

* 1740 yılında Defterdar Atıf Efendi'nin (vefatı 1742) teklifi üzerine Hicri 1152 yılından itibaren maaşların ve vazifelerin muharremden değil de marttan itibaren esas alınmasını istemesiyle maaş ve vazifelerin buna göre düzeltilmesi istenmiştir. Bu tarihten itibaren mali yılbaşı mart ayı olmuştur.

* 1794 yılında Defterdar Moralı Osman Efendi'nin (vefatı 1818) tefavütlerin (hicri yıl ile mali yıl arasındaki farktan meydana gelen gelir farklılıklarının) hesabının devlet hazinesine yük olmamasını sağlayan teklifinin kabulü ile mali seneye dayanan sarfiyat (harcama) ve tediyat (ödeme) şeklinin tatbik sahasının genişletilmesi istenmiştir.

* 1677 yılından Miladi 13 Mart 1840 - Rumi 1 Mart 1256 tarihine kadar yalnız mali muamelatta kullanılan Jülyen Takvim esaslı Şemsi Takvim'in bu tarihten itibaren resmi muamelatta da kullanılmaya başlanmasıyla Rumi Mali Takvim adını almıştır.

* 8 Şubat 1332 tarih ve 125 sayılı kanunla Jülyen Takvim esaslı Rumi Takvim yürürlükten kaldırılarak, Gregoryen Takvimi'ne geçilmiştir.

125 sayılı Kanunun uygulaması söyle olmuştur:
a) 15 Şubat 1332 tarihini 1 Mart 1333 (miladi 1917 yılı) günü takip etmiş, böylece tarihten 13 gün silinerek gün sayısındaki hata düzeltilmiştir (sıfırlanmıştır).

b) 1333 Rumi yılı teknik sebeple 1 Mart'tan başlamakla beraber 10 ay devam ederek, 31 Kanunievvel (Aralık) 1333 (miladi 1917) günü sona ermiş ve 1 Kanunusani (Ocak) 1334 =1 Kanunusani (Ocak) 1918 olarak başlatılmıştır. 1840 yılından beri Jülyen usulüne göre yürüyen mali ve resmi muamelattaki tarihi kayıtlar, 1918 tarihinden itibaren Gregoryen usulüne göre devam ettirilmiş ve yılbaşı 1 Ocak tarihine alınmıştır. 1334 Rumi (1918 Miladi) yılından itibaren, Rumi ve Miladi takvimlerdeki ay ve gün farkı kalmamış aynı olmuştur. Artık sadece sene farkı vardır (584 yıl).

* 26 Kanunievvel (Aralık) 1341 tarih ve 698 sayılı Kanunla Rumi Takvim mebdei olan 1300'lü seneler terk edilip uluslararası (miladi) takvim mebdei olan 1900'lü seneler kabul edilerek Rumi Takvim tamamen yürürlükten kaldırılmış, 1341 senesi Kanunievvel'inin 31 gününü takip eden gün 1926 senesinin Kanunusani'sinin 1. günü kabul edilmek suretiyle uluslararası takvim sistemine geçilmiştir.

* 10 Ocak 1945 tarih ve 4696 sayılı Kanunla da teşrinievvel, teşrinisani, kanunuevvel ve kanunusani aylarının adları ekim, kasım, aralık ve ocak olarak değiştirilmiştir.


HİCRİ YILIN MİLADİ YILA ÇEVRİLMESİ

Hicri yılı 33'e bölünüz. 1420 : 33 = 43.03 (=43) (A sayısı)
A sayısını hicri yıldan çıkarınız. 1420 - 43 = 1377 (B sayısı)
B sayısını 622 ile toplayınız. 1377 + 622 = 1999



MİLADİ YILIN HİCRİ YILA ÇEVRİLMESİ

Miladi yıldan 621 rakamını çıkarınız. 1999 - 621 = 1378 (A sayısı)
A sayısını 33'e bölünüz. 1378 : 33 = 41.75 (=42) (B sayısı)
A sayısını B sayısı ile toplayınız. 1378 + 42 = 1420



MİLADİ YILIN RUMİ YILA - RUMİ YILIN MİLADİ YILA ÇEVRİLMESİ

1 Kanunusani (Ocak) 1334 = 1 Kanunusani (Ocak) 1918 olarak yılbaşı eşitlenmiştir. Bu tarihten önceki tarihlerin hesaplanmasında yılbaşına dikkat edilmesi gerekmektedir. Rumi Takvim'de yılbaşı mart ayıdır. Miladi Takvim'de ise yılbaşı ocak ayıdır. Hesap yapılırken, Rumi Takvim'de mart ayı 1.ay, ocak ayı 11.ay ve şubat ayı da 12. ay olarak hesaplanır.
a) Rumi 1 Mart 1256 - 15 Şubat 1332 (Miladi 13 Mart 1840 - 28 Şubat 1917) tarihleri arasındaki tarih dönüşümleri için;
1-Miladi tarihin Rumi tarihe çevrilmesi:
Miladi tarih eğer ocak veya şubat aylarında bir tarih ise, yıl kısmından 585 rakamı (diğer aylar için 584 rakamı) çıkarılır. Ay kısmından da 13 rakamı çıkarılır ve Rumi tarih bulunur.

2-Rumi tarihin Miladi tarihe çevrilmesi:
Rumi tarih eğer ocak veya şubat aylarında bir tarih ise, yıl kısmına 585 rakamı (diğer aylar için 584 rakamı) eklenir. Ay kısmına da 13 rakamı eklenir ve Miladi tarih bulunur.

b) Rumi 1 Mart 1333 - 31 Kanunievvel 1341 (Miladi 1 Mart 1917 - 31 Aralık 1925) tarihleri arasındaki tarih dönüşümleri için;
Miladi yıldan 584 rakamı çıkarılırsa Rumi tarih,
Rumi yıla 584 rakamı eklenirse Miladi tarih bulunur. Ay ve gün farkı yoktur, isimleri aynıdır.


Kaynak: T.C. Başbakanlık Diyanet İşleri Başkanlığı

Devamı...
Gönderen BabaHoroz on 23 Şubat 2011 Çarşamba
0 yorum
categories: , | edit post

55. Sure olan Rahman Suresinde, 78 ayetin 31 tanesinde O halde, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz ?( Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlıyorsunuz ?) diyor.Ömer Çelakıl ayet numaralarını toplamış ve 1433 rakamını bulmuş,bende kontrol ettim doğru.Hicri 1433,Miladi 2012 dir.



بسم الله الرحمن الرحيم
Bismillāhirahmānirahīm
Rahmân Ve Rahîm Olan Allahın Adıyla.
1.
الرَّحْمَنُ
Er rahman.
Rahmân
2.
عَلَّمَ الْقُرْآنَ
Alleme lkur'ane.
Kur'an'ı öğretti.
3.
خَلَقَ الْإِنسَانَ
Halekal insane.
İnsanı yarattı.
4.
عَلَّمَهُ الْبَيَانَ
Allemehul beyan.
Ona beyanı (düşünüp ifade etmeyi) öğretti.
5.
الشَّمْسُ وَالْقَمَرُ بِحُسْبَانٍ
Eş şemsu vel kameru bi husban.
Güneş ve ay bir hesaba göre hareket etmektedir.
6.
وَالنَّجْمُ وَالشَّجَرُ يَسْجُدَانِ
Ven necmu veş şeceru yescudan.
Otlar ve ağaçlar (Allah'a) boyun eğerler
7.
وَالسَّمَاء رَفَعَهَا وَوَضَعَ الْمِيزَانَ
Ves semae rafeaha ve vedaal mizan.
Göğü yükseltti ve ölçüyü koydu.
8.
أَلَّا تَطْغَوْا فِي الْمِيزَانِ
Ella tatğav fil mizan.
Ölçüde haddi aşmayın.
9.
وَأَقِيمُوا الْوَزْنَ بِالْقِسْطِ وَلَا تُخْسِرُوا الْمِيزَانَ
Ve ekıymul vezne bil kıstı ve la tuhsirul mizan.
Tartıyı adaletle yapın, teraziyi eksik tutmayın.
10.
وَالْأَرْضَ وَضَعَهَا لِلْأَنَامِ
Vel erda vedaaha lil enam.
Allah yeri yaratıklar için var etti.
11.
فِيهَا فَاكِهَةٌ وَالنَّخْلُ ذَاتُ الْأَكْمَامِ
Fiha fakihetuv ven nahlu zatul ekmani.
Orada meyve(ler) ve salkımlı hurma ağaçları vardır.
12.
وَالْحَبُّ ذُو الْعَصْفِ وَالرَّيْحَانُ
Vel habbu zul asfi ver rayhan
Yapraklı taneler, hoş kokulu bitkiler vardır.
13.
فَبِأَيِّ آلَاء رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِ
Febieyyi alai rabbikuma tukezzibani.
O halde Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?
14.
خَلَقَ الْإِنسَانَ مِن صَلْصَالٍ كَالْفَخَّارِ
Halekal'insane min salsalin kelfahhari.
Allah insanı, pişmiş çamur gibi bir balçıktan yarattı.
15.
وَخَلَقَ الْجَانَّ مِن مَّارِجٍ مِّن نَّارٍ
Ve hale kalcanne min maricin min narin.
"Cin" i de yalın bir ateşten yarattı.
16.
فَبِأَيِّ آلَاء رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِ
Febieyyi alai rabbikuma tukezzibani.
O halde, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?
17.
رَبُّ الْمَشْرِقَيْنِ وَرَبُّ الْمَغْرِبَيْنِ
Rabbulmeşrikayni ve rabbulmağribeyni.
O iki doğunun ve iki batının Rabbidir.
18.
فَبِأَيِّ آلَاء رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِ
Febieyyi alai rabbikuma tukezzibani.
O halde, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?
19.
مَرَجَ الْبَحْرَيْنِ يَلْتَقِيَانِ
Mereclbahreyni yeltekıyani.
(Suları acı ve tatlı olan) iki denizi salıvermiştir; birbirine kavuşuyorlar.
20.
بَيْنَهُمَا بَرْزَخٌ لَّا يَبْغِيَانِ
Beynehuma berzahun la yebğıyani.
(Fakat) aralarında bir engel vardır, birbirine geçip karışmıyorlar.
21.
فَبِأَيِّ آلَاء رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِ
Febieyyi alai rabbikuma tukezzibani.
O halde, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?
22.
يَخْرُجُ مِنْهُمَا اللُّؤْلُؤُ وَالْمَرْجَانُ
Yahrucu minhumellu'lu velmercanu.
O denizlerin her ikisinden de inci ve mercan çıkar.
23.
فَبِأَيِّ آلَاء رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِ
Febieyyi alai rabbikuma tukezzibani.
O halde, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?
24.
وَلَهُ الْجَوَارِ الْمُنشَآتُ فِي الْبَحْرِ كَالْأَعْلَامِ
Ve lehulcevarilmunşeatu fiylbahri kela'lami.
Denizde akıp giden dağlar gibi yüksek gemiler de O'nundur.
25.
فَبِأَيِّ آلَاء رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِ
Febieyyi alai rabbikuma tukezzibani.
O halde, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?
26.
كُلُّ مَنْ عَلَيْهَا فَانٍ
Kullu men 'aleyha famin
Yer üzerinde bulunan her canlı yok olacaktır.
27.
وَيَبْقَى وَجْهُ رَبِّكَ ذُو الْجَلَالِ وَالْإِكْرَامِ
Ve yebka vechu rabbike zulcelali vel'ikrami.
Ancak azamet ve ikram sahibi Rabbinin zâtı bâki kalacaktır.
28.
فَبِأَيِّ آلَاء رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِ
Febieyyi alai rabbikuma tukezzibani.
O halde, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?
29.
يَسْأَلُهُ مَن فِي السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ كُلَّ يَوْمٍ هُوَ فِي شَأْنٍ
Yes'eluhu men fiyssemavati vel'ardı kulle yevmin huve fiy şe'nin.
Göklerde ve yerde bulunanlar, (her şeyi) O'ndan isterler. O, her an yeni bir ilahi tasarruftadır.
30.
فَبِأَيِّ آلَاء رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِ
Febieyyi alai rabbikuma tukezzibani.
O halde, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?
31.
سَنَفْرُغُ لَكُمْ أَيُّهَا الثَّقَلَانِ
Senefruğu lekum eyyuhessekaleni.
Yakında sizi de hesaba çekeceğiz, ey cinler ve insanlar!
32.
فَبِأَيِّ آلَاء رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِ
Febieyyi alai rabbikuma tukezzibani.
O halde, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?
33.
يَا مَعْشَرَ الْجِنِّ وَالْإِنسِ إِنِ اسْتَطَعْتُمْ أَن تَنفُذُوا مِنْ أَقْطَارِ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ فَانفُذُوا لَا تَنفُذُونَ إِلَّا بِسُلْطَانٍ
Ya ma'şerelcinni vel'insi inisteta'tum en tenfusu min aktarissemavati vel'ardı fenfuzu la tenfizune illa bisultanin.
Ey cin ve insan toplulukları! Göklerin ve yerin uçlarından bucaklarından geçip gitmeye gücünüz yeterse geçip gidin. Büyük bir güç olmadıkça geçip gidemezsiniz.
34.
فَبِأَيِّ آلَاء رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِ
Febieyyi alai rabbikuma tukezzibani.
O halde, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?
35.
يُرْسَلُ عَلَيْكُمَا شُوَاظٌ مِّن نَّارٍ وَنُحَاسٌ فَلَا تَنتَصِرَانِ
Yurselu 'aleykuma şuvazun min narin ve nuhasun fela tentesırani.
Üstünüze ateşten yalın bir alevle kıpkızıl bir duman gönderilir de kendinizi koruyamazsınız.
36.
فَبِأَيِّ آلَاء رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِ
Febieyyi alai rabbikuma tukezzibani.
O halde, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?
37.
فَإِذَا انشَقَّتِ السَّمَاء فَكَانَتْ وَرْدَةً كَالدِّهَانِ
Feizenşakkatesissemau fekanet verdeten keddihani.
Gök yarılıp da, yanıp kızaran yağ gibi kırmızı gül haline geldiği zaman (haliniz ne olur?)
38.
فَبِأَيِّ آلَاء رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِ
Febieyyi alai rabbikuma tukezzibani.
O halde, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?
39.
فَيَوْمَئِذٍ لَّا يُسْأَلُ عَن ذَنبِهِ إِنسٌ وَلَا جَانٌّ
Feyevmeizin la yus'elu 'an zenbihi insun vela cannun.
İşte o gün ne insana, ne cine günahı sorulmayacak.
40.
فَبِأَيِّ آلَاء رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِ
Febieyyi alai rabbikuma tukezzibani
O halde, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?
41.
يُعْرَفُ الْمُجْرِمُونَ بِسِيمَاهُمْ فَيُؤْخَذُ بِالنَّوَاصِي وَالْأَقْدَامِ
Yu'refulmucrimune bisiymahum feyu'hazu binnevasıy vel'akdami.
Suçlular simalarından tanınır da, perçemlerinden ve ayaklarından yakalanırlar.
42.
فَبِأَيِّ آلَاء رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِ
Febieyyi alai rabbikuma tukezzibani.
O halde, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?
43.
هَذِهِ جَهَنَّمُ الَّتِي يُكَذِّبُ بِهَا الْمُجْرِمُونَ
Hazihi cehennemulletiy yukezzibu bihelmucrimune.
İşte bu suçluların yalanladıkları cehennemdir.
44.
يَطُوفُونَ بَيْنَهَا وَبَيْنَ حَمِيمٍ آنٍ
Yetufune beyneha ve beyne hamiymin anin.
Onlar, cehennem ateşi ile yüksek derecede kaynar su arasında gider gelirler.
45.
فَبِأَيِّ آلَاء رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِ
Febieyyi alai rabbikuma tukezzibani.
O halde, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?
46.
وَلِمَنْ خَافَ مَقَامَ رَبِّهِ جَنَّتَانِ
Ve limen hafe mekame rabbihi cennetani.
Rabbinin huzurunda (hesap vermek üzere) duracağından korkan kimseye iki cennet vardır.
47.
فَبِأَيِّ آلَاء رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِ
Febieyyi alai rabbikuma tukezzibani.
O halde, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?
48.
ذَوَاتَا أَفْنَانٍ
Zevata efnanin.
İki cennet de (ağaçlar, meyveler, rengarenk bitkiler gibi) çeşit çeşit güzelliklerle bezenmiştir.
49.
فَبِأَيِّ آلَاء رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِ
Febieyyi alai rabbikuma tukezzibani.
O halde, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?
50.
فِيهِمَا عَيْنَانِ تَجْرِيَانِ
Fiyhima 'aynani tecriyani.
İçlerinde akan iki pınar vardır.
51.
فَبِأَيِّ آلَاء رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِ
Febieyyi alai rabbikuma tukezzibani.
O halde, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?
52.
فِيهِمَا مِن كُلِّ فَاكِهَةٍ زَوْجَانِ
Fiyhima min kulli fakihetin zevcani.
İkisinde de her meyveden çift çift vardır.
53.
فَبِأَيِّ آلَاء رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِ
Febieyyi alai rabbikuma tukezziban.
O halde, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?
54.
مُتَّكِئِينَ عَلَى فُرُشٍ بَطَائِنُهَا مِنْ إِسْتَبْرَقٍ وَجَنَى الْجَنَّتَيْنِ دَانٍ
Muttekiiyne ala furuşim betainuha min istebrak ve cenel cenneteyni dan.
Onlar astarları kalın ipekten olan döşeklere yaslanırlar. Bu iki cennetin meyveleri (zahmetsizce alınacak kadar) yakındır.
55.
فَبِأَيِّ آلَاء رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِ
Fe bi eyyi alai rabbikuma tukezziban.
O halde, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?
56.
فِيهِنَّ قَاصِرَاتُ الطَّرْفِ لَمْ يَطْمِثْهُنَّ إِنسٌ قَبْلَهُمْ وَلَا جَانٌّ
Fihinne kasıratut tarfi lem yatmishunne insun kablehum ve la can.
Oralarda bakışlarını sadece eşlerine çevirmiş dilberler vardır. Onlara eşlerinden önce ne bir insan, ne bir cin dokunmuştur.
57.
فَبِأَيِّ آلَاء رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِ
Fe bi eyyi alai rabbikuma tukezziban.
O halde, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?
58.
كَأَنَّهُنَّ الْيَاقُوتُ وَالْمَرْجَانُ
Ke ennehunnel yakıtı vel mercan.
Onlar sanki yakut ve mercandır.
59.
فَبِأَيِّ آلَاء رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِ
Fe be eyyi alai rabbikuma tukezziban.
O halde, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?
60.
هَلْ جَزَاء الْإِحْسَانِ إِلَّا الْإِحْسَانُ
Hel cezaul ıhsani illel ihsan.
İyiliğin karşılığı, yalnız iyiliktir.
61.
فَبِأَيِّ آلَاء رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِ
Fe bi eyyi alai rabbikuma tukezziban.
O halde, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?
62.
وَمِن دُونِهِمَا جَنَّتَانِ
Ve min dunihima cennetan.
Bu iki cennetten başka iki cennet daha vardır.
63.
فَبِأَيِّ آلَاء رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِ
Fe bi eyyi alai rabbikuma tukezziban
O halde, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?
64.
مُدْهَامَّتَانِ
Mudhammetan
O iki cennet koyu yeşil renktedir.
65.
فَبِأَيِّ آلَاء رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِ
Fe bi eyyi alai rabbikuma tukezziban
O halde, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?
66.
فِيهِمَا عَيْنَانِ نَضَّاخَتَانِ
Fihima aynani neddahatan.
İçlerinde kaynayan iki pınar vardır.
67.
فَبِأَيِّ آلَاء رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِ
Fe bi eyyi alai rabbikuma tukezziban
O halde, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?
68.
فِيهِمَا فَاكِهَةٌ وَنَخْلٌ وَرُمَّانٌ
Fihima fakihetuv ve nahluv ve rumman
İçlerinde her türlü meyve, hurma ve nar vardır.
69.
فَبِأَيِّ آلَاء رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِ
Fe bi eyyi alai rabbikuma tukezziban
O halde, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?
70.
فِيهِنَّ خَيْرَاتٌ حِسَانٌ
Fihinne hayratun hısan
Onlarda huyları güzel, yüzleri güzel dilberler vardır.
71.
فَبِأَيِّ آلَاء رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِ
Fe bi eyyi alai rabbikuma tukezziban
O halde, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?
72.
حُورٌ مَّقْصُورَاتٌ فِي الْخِيَامِ
Hurum maksuratun fil hıyam
Onlar, çadırlara kapanmış hurilerdir.
73.
فَبِأَيِّ آلَاء رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِ
Fe bi eyyi alai rabbikuma tukezziban
O halde, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?
74.
لَمْ يَطْمِثْهُنَّ إِنسٌ قَبْلَهُمْ وَلَا جَانٌّ
Lem yatmishunne insun kablehum ve la can
Onlara, eşlerinden önce ne bir insan ne bir cin dokunmuştur.
75.
فَبِأَيِّ آلَاء رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِ
Fe bi eyyi alai rabbikuma tukezziban
O halde, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?
76.
مُتَّكِئِينَ عَلَى رَفْرَفٍ خُضْرٍ وَعَبْقَرِيٍّ حِسَانٍ
Muttekiiyne ala rafrafin hudriv ve abkariyyin hısan
Onlar yeşil yastıklara ve güzel yaygılara yaslanırlar, (nimetlenirler).
77.
فَبِأَيِّ آلَاء رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِ
Fe bi eyyi alai rabbikuma tukezziban
O halde, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?
78.
تَبَارَكَ اسْمُ رَبِّكَ ذِي الْجَلَالِ وَالْإِكْرَامِ
Tebarakesmu rabbike zil celali vel ikram.
Azamet ve ikram sahibi Rabbinin adı yücedir.

Devamı...
Gönderen BabaHoroz on
0 yorum
categories: , | edit post

"Her horoz kendi kümesinde öter
Denizli Horozu ise her yerde öter "

Denizli Horozu

Denizli'nin sembolü olan "Denizli Horozu", renk ve vücut yapısı itibariyle ahenkli uzun ve güzel ötüşleriyle, ilimize en uzak yörelere kadar isim yapmış yerli bir ırkımızdır. Bazılarına göre Osmanlı imparatorluğu zamanında Arnavutluk'tan İstanbul'a getirilen uzun ötüşlü Berat Horozlarının Denizli'ye getirilmesi ve Denizli'deki yerli tavuklarla melezleşmesinden oluştuğu üretildiği söylenmekte ise de bu doğru değildir. Zira renk ve vücut yapısı bakımından aralarında hiç bir benzerlik yoktur. Denizli Horozu bu bölgedeki insanların eskiden beri uzun ötüşlü horozlara gösterdikleri özen sonucu kendiliğinden oluşmuş bir ırktır.

Denizli Horozu Denizli Horozu Denizli Horozu Denizli Horozu

Denizli Horozunun gözleri siyah ve sürmelidir. Bacakları koyu gri veya mor, ibik balta ibik şeklinde, kulakçık kırmızı veya kırmızı üzerinde beyaz benekli genel renk, siyah kirli beyaz ortaklaşa karışım halindedir. Bazen kanat tüyleri üzerinde kahverengi renkler bulunur. Al horozlarda ise siyah-kırmızı ortaklaşa karışım halindedir. Canlı ağırlık ortalama 3-3.5 kg. civarındadır.

Denizli Horozları renklerine, vücut yapılarına ve ibik şekillerine göre 3'e ayrılır. Renklerine göre Demirkır, Pamukkır, Kınalı, Al, Siyah ve Kürklü olmak üzere 6 tipe ayrılırlar. Vücut yapılarına göre Yüksek boyun, Sülün, ve Küpeli olmak üzere 3 tipi vardır. ıbik şekillerine göre ise Geniş ıbik ve Dar ıbik olmak üzere 2 tipi vardır.

Denizli Horozunun sesi, tonuna ve netliğine göre de sınıflandırılır. Ses tonuna göre ince, davudi, kalın ses olmak üzere 3'e ayrılır. Davudi ses, ince sesle kalın ses arasında ve kalın sese yaklaşan tek bir sestir. Niteliğine göre net ses, hüzünlü ses, cırtlak ses, dalgalı ses (alaycı ses) olmak üzere 4'e ayrılır.

Denizli Horozları'nın ötüşleri bütün kabiliyetin ortaya konulmasıyla yapılır. Ötüşleri, ötüş anındaki vücut pozisyonuna göre Aslan Ötüş, Kurt Ötüşü, Yiğit Ötüşü, Pus Ötüşü olmak üzere 4'e ayrılır.

Denizli Horozu Denizli Horozu Denizli Horozu

İyi bir Denizli Horozu'nda görünüş canlı bacaklar, boyun uzun ve kuvvetli göğüs, geniş ve derin kuyruk, dik başa doğru meyilli olmalıdır. Tavukta da aynı özellikler aranır. Denizli Horozları'nın birinci yılda ötüş uzunlukları 20-25 sn. olmaktadır.

Tarım İl Müdürlüğü bünyesinde oluşturulan Denizli ırkı üretim birimince yetiştirilen Denizli Horozları genel olarak 100 başlık bir sürü halinde elde tutulmaktadır. Damızlık horozlar seçildikten sonra kalanlar Mart, Nisan ayından itibaren yurdun çeşitli yerlerinden gelen taleplere göre satılmakta, Mart, Nisan, Mayıs, Haziran aylarında, ilde civciv satışı yapılmaktadır.

Denizli Horozu



Hierapolis Antik Kenti / Arkeoloji Müzesi

Yazıt bir tıp öğrencisinin mezar şiiridir. Taştaki horoz motifi orijinaldir ve antik dönemde genç erkekleri simgelemektedir. yani horoz bu yazıtla aynı tarihte yapılmıştır. Yazıtın tarihi yaklaşık olarak İ.S. 2.yy dır.

Yazıtın Çevirisi
"Değerli Apollonnides, seni ailen ağıt yakarak gömdü.
Sen ki genç erkekler arasında en iyisi ve hekimler
arasında en beceriklisisin. 18 yaşındaki yaşıtları
tanrıya sitem ediyorlar. bu anı altarını en son görev
olarak Menandros dikti.O, ona arkadaş olarak bir
kardeş kadar yakındı."



Laodikya Antik Kenti Kazı Alanı


Laodikya Antik Kenti

Kaynak:

Devamı...
Gönderen BabaHoroz on 5 Şubat 2011 Cumartesi
0 yorum
categories: , | edit post

Videosu

Flag of Turkey.svg Serinhisar
Denizli Siyasi Haritası

Harita
Türkiye'de bulunduğu yer

Bilgiler:
Şehir nüfusu: 11495
İlçe nüfusu: 15864
Nüfus itibariyle: 2008
Yüzölçümü: 274 km²
Nüfus yoğunluğu: 45/km²
Rakım: 974 metre
Koordinatlar °′N, °′E

Genel bilgiler
:
Coğrafi Bölge: Akdeniz
İl: Denizli
Posta kodu: 20650
Alan kodu: 0258

Coğrafi Konum
Denizli-Antalya karayolunun 35. kilometresinde, Karaağaç Ovasının kuzeyinde bulunur. Komşuları Acıpayam, Tavas, Honaz ve Denizli merkezdir.

İdari Yapı
1988'e kadar Acıpayam ilçesine bağlı bir kasaba olan Kızılhisar, bu tarihte ilçe olmuştur. Adını Serinhisar olarak değiştirmiştir. Bir beldesi, üç köyü bulunmaktadır. Bunlar Yatağan,Ayaz, Yüreğil, Kocapınar'dır.

Demografik - Ekonomik Yapı
2000 yılı nüfus sayımına göre; merkez ilçe nüfusu 11.495, toplam nüfus 15.864'dir. İlçede bir çok iş kolu vardır. Ama bunlardan en önemlileri leblebicilik ve besiciliktir. Ayrıca tarım ve ticaret te önemli gelir kaynaklarındandır. İhracatta ise özellikle Ortadoğu ülkelerine yaptığı leblebi satışı ile önemli bir noktaya gelmiştir. Eskiden yapılan testicilik ve urgancılık ise gün geçtikçe önemini kaybetmektedir.


Denizli Tarihi
Denizli MÖ III yy ortalarında Selefkilerden antiokhas II tarafından eşi Laodike'nin adına kurulan laodikeia şehrinin yerine geçmiştir. Pilinius'a göre daha önce Diospolis ve sonra Phoas adlı kasabaların bulunduğu yerde kurulan Laodikeia şimdiki Denizli'nin 6 km kuzeyinde Eskihisar köyü yakınında bir tepe üzerine yerleşmişti. 1887 ve 1957 de bu bölge kazı ve araştırmalar yapılmış olup birçok şehir kalıntısı gün yüzüne çıkartılmıştır.

VII ve X yy'lar arasında Müslüman akınları sırasında şehre Lazkie adı verilmiş; Türklerin kullandıkları Ladik adı bundan türemiştir.

Malazgirt savaşında (1071) sonra yöreye büyük Türkmen boyları yerleşti. XI-XIII yy'lar arasında bölge Selçuklu Türkmenleri ile Bizans arasında sık sık el değiştirmiştir.

Bu süreçte meydana gelen depremin sonucunda şehir kısmen terkedilmiş ve şimdiki yerinde yeniden oluşmaya başlamıştır. Bir süre Ladik adı yeni kurulan şehir için kullanılmıştır.

Şehrin bugünkü adı XIII . y.yıldan sonra kullanılmaya başlandı. Bu ad önceleri Donguzlu( Donuzlu) Tonguzluk şeklindeyken sonradan Dengizli(Denizli) olmuştur.

XIII:y.yıl sonunda Selçuklu veziri Sahip Ata'nın oğullarına verilmiştir. Selçuklular zayıf düşünce Kütahya'da yerleşen Germiyanoğulları onların yerini aldı. Denizli'de Germiyanlıların Ladik beyleri veya inanç oğulları denilen bir kolu hakim bulunuyordu. Bu sırada Ahilerde Denizli'ye yerleşerek zaviler kurmaya başladılar. 1339 da Yıldırım Beyazıt'ın eline geçen şehir 1402'de Timur tarafından Germiyanoğularına geri verildi. Bir süre sonra yine Osmanlı Hakimiyetine girdi.ve Kütahya'ya bağlı bir kaza haline geldi.

XVII. yy ortalarında buradan geçen Evliya Çelebi şehirde 24 mahalleye bölünmüş 3600 ev bulunduğunu kaydeder. Şehir içinde Kale içi denilen dört köşeli yapıda o zaman da bedesten ve dükkânlar bulunuyordu.

XIX yy sonlarında şehir nüfusunun 15-17. bin civarında olduğu tahmin ediliyordu. XX yy başlarında Nüfusun 20 bine geçtiği 1883 'de Denizli Aydın Vilayeti içinde kurulan bir sancağa merkez olduğu ve bu sancak ta 1924 vilayet halini aldı. Şehrin Demiryolu ağına 1891 yılında bir kolla bağlandı. Milli mücadele sırasında (1920 ) Yunan cephesi saray köyün kuzeyinden Büyük Menderes'e uzandığı halde Denizli işgal edilmemiştir.

Kızılhisar Tarihi
Kızılhisar şimdiki Kaya mahallesinin bulunduğu yer ve civarında Milattan Önce 1500-1400 yılarında Etiler (Hititler) tarafından kurulduğu sanılmaktadır. Kızılhisar 200 yıla yakın Etiler İmparatorluğunun, M.Ö 1200 yılarında Jonlar - Akarların, M.Ö 800 yılında Lidyalıların, M.Ö 546 yılında Perslerin, M.Ö 440 yılında Kayralıların M.Ö 334 yılında Makedonyalıların (Büyük İskender İmparatorluğu) M.Ö 133 yılında da Roma İmparatorluğunun İdaresinde kalmıştır.

M.S 395 yılında Roma İmparatorluğunun parçalanmasıyla Doğu Roma İmparatorluğunu sınırları içinde kalmış olup, M.S 1077 yılında Anadolu Selçuklularının yaptıkları savaş neticesinde Roma idaresinden kurtularak 1308 yılına kadar Selçukluların idaresi altına girmiştir.

Selçuklular döneminde Kızılhisar ve Karaağaç yöresine Oğuzların çoğunlukla Avşar boyuna mensup Türkmenler yerleşmiştir. Coğrafi olarak kapalı bir bölgede yer alması bakımından insanlarının genetik saflığı önemli ölçüde korunmuştur. Bu özelliği ile Osmanlı başlangıç dönemi araştırmacıları için ender bulunan belki de yegane bir laboratuvar görevi yapmaktadır.

1147- 1148 yıllarında haçlı seferlerinin akınlarına maruz kalmışlardır. (Haçlı seferleriyle ilgili ayrı bir konum bu kitap da yer almıştır.)

Kızılhisar yöresi Selçukluların idaresinde iken 1277 yılında Cengiz İmparatorluğunun akınlarına da hedef olmuştur. 1292 yılında Eski Anadolu Selçukluların'dan ve Cengizhanlarının idaresine giren Kızılhisar 1402 yılında Timur tarafından Germiyanoğuları Beyliğine bağlanmıştır.

1229 yılında eski Anadolu Selçukluların dan ve Cengiz İmparatorluğunun tanınmış şahsiyetlerinden Keykavlis'un ölümü ve 1300 yılında İlhanilerin tahtına sahip Ebusait Bahadır: Han'ın küçük olması dolayısıyla Kızılhisar, Gölhisar sultanlığı tarafından idare edilmiştir.

Gölhisar sultanı Mehmet Çelebinin 1325 yılında ölmesi üzerine 1326 yılında Germiyanlılarla savaş ilan edilmiş ve bu sene içinde Kızılhisar ve yöresi Kütahya'da bulunan Germiyanlıların eline geçmiştir.

1402 yılında Timur, Denizli'den Kızılhisar'a uğramış ve buradan Burdur ve Isparta-Uluborlu istikametine gitmiştir. 1429 yılında Germiyanoğlu Yakup Bey Osmanlılardan korkarak 2.Murat'a bir vasiyetname ile Germiyan Beyliğini ve Kızılhisar yöresini kesin olarak Osmanlı İmparatorluğuna bağlamıştır.

Böylece Kızılhisar 1429 yılından İstiklal Harbine kadar Osmanlı İmparatorluğunca idare edilmiştir.

Kızılhisar Adının Kökeni
Romalılar zamanında kurulan yerleşim yerinin ismi bazı kaynaklarda (CARYSTUS-KARISTOS) olarak geçmesine rağmen asıl adının bu dönem için KARİA olduğu bir gerçektir.

Kızılhisar, Selçuklular zamanında (Kepez-Yerlikaya) ismi verilmiş ve 1300-1310 yıllarında taş ve tuğla'dan yapılan küçük bir Hisar sonunda Kızılhisar olarak isim değiştirilmiştir. Bu isimde Tuğla ve Toprağının kırmızı olması nedeniyle verilmiştir. Halk dilinde bu yerde kızıl isimli asi bir şahıs vardır, Kendisine karşı gelenleri astırırmış ve bundan dolayı Kızılasar ismi verilmiş denilmekte ise de bu tamamen bir rivayet den ibarettir.

Osmanlı İmparatorluğunun idaresine girdikten sonra hisar bakımsızlığı nedeniyle yıkılmış,temelleri toprak altında kalmıştır.

Hisar'dan 400-500 metre kadar güney ve doğu istikametinde 4 metre eninde ve yüksekçe yapılmış olan avlu duvarlarının toprak yüzünde görülen temellerinin bir kısmı 951 yılına kadar belirli bir vaziyet de idi. Bu temeller Yenice Mahallesi içinde sonradan kurulan Numune Semtindeki evlerin altında ve avlularında kalmıştır. Mithatpaşa İlkokulunun bulunduğu yer ile batı ve kuzey tarafları hisarın avlusu olup,bu yere sonradan ağalar tarlası ismi verilmiştir. Bu avlu ve tarla içine yakın zamana kadar su kuyusu mevcuttu.

Hisarın büyük avlu duvarındaki taşların sökülerek evlerin temellerine konduğu anlaşılmıştır. Hisar da 1954 yılından sonra yıkılmıştır.

Kızılhisar'ın 1924 yılında Osmanlı imparatorluğunun sınırları içine alınmasından sonra Değirmen Deresi önündeki cevizler( Karaağaçlar), Honaz dağı eteğindeki Eğri Kavak, Alaylı,Harami( Akmazca), Yağlıhan,Kısmen Boyralı- Karacaören,Meleş- Menengeç ve en sonrada (1960 yılında) Umurtakta bulunan küçük oba ve köyler yerinden kaldırılarak burada toplanmasıyla büyümüş olan Kızılhisar, mahalleler kurulduğunda Kaya,Orta,Pınarcık,Aşağı ve Yenice olmak üzere 5 mahalleye ayrılmış ve 5 muhtarlık tarafından idare edilmeye başlanmıştır.

Kızılhisar yöresindeki ve yukarıda isimleri belirtilen küçük oba ve köyler, oğuz Türkleri-Türkmenler tarafından kurulduğu, adet, ırk, dil, din ve ananelerine bağlı bulundukları bir gerçektir. 1 Haziran 1987 tarihinde Belediye Meclis kararı ile İlçenin ismi Serinhisar şeklinde değiştirilmiştir.

Haçlı seferlerinde Kızılhisar
Kazıkbeli Savaşı
Fransa Kralı VIIX Louis'in kumandasındaki 2 inci haçlı ordusu 1147 yılında Efes'e gelmiş ve oradan Menderes nehri boyunca yürüyüşüne devam etmiştir. Bu ordudan ayrılan ve daha çok Almanlardan mürekkep bir haçlı öncü kuvveti 1147 senesinin sonlarında Kazıkbeline gelmiş ve burada pusu kuran Kızılhisar ve Yöresinden toplanmış Türk Kuvvetleri tarafından yok edilmiştir.

Bundan sonra 6 Ocak 1148 tarihinde yürüyüşe geçen Fransız kuvvetleri Kazık Belinin alt tarafına geldiler. Kazıkbeli geçidi 7 Ocak 1148 tarihinde aşılacaktı. ve Fransız Kralı bugünü tamamen bu geçide hasretmiş bulunuyordu. Haçlılar ilerledikleri sırada, daha önceleri burada perişan edilen Alman haçlılarının cesetlerini görünce savaş nizamına girdiler. Birkaç gün önce Denizli yöresindeki yenilginin öcünü almak için pusu kuran Türkler Kazıkbeli'nin tepesinden Haçlıların hareketlerini izliyorlardı. Haçlılar savaşçı birliklerini öncü ve artçı ikiye ayrılmış olarak kazıkbeline doğru yürüyorlardı,planlarına göre öncüler suretle Kazıkbeli'nin düzlük yerine varacak orayı Emniyete alıp,çadırlara kurarak kamp yerini hazırlayacaktı. Nitekim Geoffroi de Rancon kumandasındaki öncü kuvvetleri bir mukavemetle karşılaşmaksızın Kazıkbelinin en yüksek yerine vardı, Fakat saat sabahın henüz dokuzu idi, öncü kumandanı bugünkü yürüyüşü az bulmuştu. Rehberleri de geçidi aşmaya tavsiye ettiler ve az uzakta kamp kurmaya elverişli bir ova bulunduğunu söylediler. (Kızıl çukur ovası) Fransız öncü kuvvetleri kazık belini terk ederek Kızılhisar ovasına indi ve çadırlarını kurarak istirahata çekildi. Türklerin kuvveti onlara nispeten az olduğu için fazla mukavemet gösteremediler. Artçı kuvvetleri de önceden kararlaştırıldığı gibi Geoffroi'nin Kazıkbeli'nin düzlüğünde durup çadırları kurduğundan emin ve orasının da çok uzak olmadığını görerek hareketini ağırlaştırmıştı.

Bizzat bu savaşta bulunan bir haçlı müellifi (yazarı) şöyle anlatıyor.

Dağ sarp ve kayalıktı,tepesi bulutlara değecek kadar yüksek bir dağın( Honaz dağı) yamacında yürüyorduk ve Aşağıda Vadinin derinliklerinde sular,cehennem içine düşüyor gibiydi. Ordu bu arızalı yolda ilerledi. ( ımırdat'tan Kazıkbeli'ne gelen eski yol) Savaşçılar birbirini itiyor, kalabalık her geçen an biraz daha büyüyordu, nihayet sıkıştılar ve süvarileri düşünmeden burada tıkanıp kaldılar.

Yük hayvanları uçurumun derinliklerinde akisler yaparak aşağıya düşüyorlardı. Kayalar yerinden kopuyor, düşerken insanları ve hayvanları eziyordu. Herkes yanlış bir adım atıp uçuruma yuvarlanmaktan ve başkaları düşerken kendisine çarpmasından korkuyordu.

Türkler bu kalabalığı ok yağmuruna tutarak kendilerini toplamalarına meydan vermiyorlardı. Saatlerin ilerlediği ölçüde, Haçlılardaki karışıklık daha da arttı, Mamafih bu Türklere kafi gelmedi, aksine daha cüretli oldular. Türkler öncüden daha uzun bir zaman için korkmadıklarından ve artçıyı da henüz görmediklerinden bize karşı saldırdılar, birden atılarak hatlarımızı yardılar ve kalabalığı koyun gibi doğradılar. Bundan gökleri ve kralımızın kulaklarını delen bir çığlık hasıl oldu. Kral şimdi felaketin ne olduğunu gördü, ama bu sırada gökten yaklaşan karanlıktan başka bir yardım gelmedi. Ancak karanlık çökerken Türk hücumunun tahribatı durdu.

Haçlı müellifi sonradan savaş hakkında daha fazla tafsilat veriyor:

Türkler, haçlı kuvvetlerinin kargaşalığını görerek, hemen harekete geçip, Kazıkbeli yolunu kestiler, Haçlılar ancak Türklerin içinden geçerek yardıma koşabileceklerdi. Türkler önce uzaktan şiddetli bir ok yağmuruna tuttular ve sonrada kılıçlarıyla saldırdılar. İlk anda birçok kayıplar verdik. Türkler Fransa kralından daha asil ve kudretli olan Alman imparatorunun ordusunu yendiklerini söyleyerek savaşıyorlardı. Her iki tarafta uzun müddet inat ve şiddetle dövüştü. Türkler Haçlıların bir çoğunu öldürdü, büyük bir kısmını da esir aldılar. Haçlı ordusu bu feci durumda iken, sonradan bize savaşı anlatan Rahim Odon de Deuil, kralın bulunduğu artçıyı göndermişti, onlara başımıza gelen bütün felaketi anlattım savaşçılar heyecanla silahlarına koştular, lakin yolun hayli arızalı oluşu yüzünden süratle hareket edemediler. Bu sırada yanında bir miktar asil olduğu halde Kral savaşın içine atıldı, bu mücadelede atını kaybetti, yanındaki şövalyelerde teker teker Türk oklarıyla öldüler. Türkler ağır zırh giymiş Haçlıların hareketine engel olmak için atları da öldürüyorlardı. Kral ve şövalyelerin bu ani hücumu bir kısım haçlıların kurtulmasına yol açtı, fakat Kral Türklerin arasında kalmıştı, bu çarpışmada Kral, sayıca az lakin pek ünlü muhafız kısmını kaybetti. Fakat soğuk kanlılığı toplayıp, bazı ağaç köklerine tutunarak süratle bir kayanın üzerine çıktı.

Kazıkbeli savaşı hakkında bir kaynakta iki değişik rivayet naklediyor.

Türkler muharebe meydanına hakim olunca, çevrelerinde az Türk bulunduğu sırada birkaç Fransız askeri, kralın atından tutarak onu yakında bulunan bir tepeye çıkardılar ve geceye kadar orada kaldılar. Lakin herhangi bir yoldan inmenin Türkler içinde kalmaktan daha akıllıca olduğuna hükmettiler. Kral her taraftan Türklerle çevrili idi. Ordusu kaybolmuştu, kimse gidecek yolu bilmiyordu. Nihayet kalabalığın yaktığı ateşi fark ederek oraya vardılar. Türkler de karanlıktan on öncülere ait zannederek, takip etmediler, geri döndüler.

Diğer rivayet ise, kralın bir tepede yanında bir Haçlı kuvveti ile kaldığını zikreder, Türkler onu tanımıyordu, kral bu tepede kendisini cesaretle savundu. Gecenin çöktüğü, karanlığın dövüşleri ayırdığı sırada bir ağaç altına çekildi. Sonra dallarına çıkarak, uzun zaman kendisini Türklere karşı müdafaa etti. Türkler karanlık ve kralın yardımına gelen kuvvetlerden dolayı Kazıkbelin den uzaklaştılar.

Bunlardan Odon de Deuil'in zikrettiği ilk şekli tercih etmeliyiz. Zira maruf Fransız tarihleri de, bu kaya üzerindeki savaşı hep zikrettiği ilk şekli tercih etmeliyiz. Zira maruf Fransız tarihleri de,bu kaya üzerindeki savaşı hep zikrederler. Kral Kayanın üzerine çıkınca onu esir almak için Türkler de ardından tırmanmaya çalıştılar. Uzaktan bazıları ok atıyordu. Zırhlı oklarda kendisini korudu ve kayayı çıkmak isteyenleri de kılıcıyla durdurdu. Türkler onun kral olduğu bilmediklerinden, esir etmenin güç,bu zamanda ani bir saldırıdan çekildikleri için, karanlık bastırmadan evvel ganimet toplamak için dağıldılar. Kral,daha sonra sahipsiz bir atat binerek askerlerine iltihak edebildi. Fransa kralını Türklere esir düşmekten gecenin ve ganimet arzusunu kurtardığı muhakkaktır. Zira bu kazıkbeli savaşında öyle çok mal ele geçmiştir ki,Türk ülkesi harçlılardan alınan ganimetlerle dolmuştu.

Kazıkbeli Savaşı diye adlandırılan bu savaş haçlıları pek üzmüştü. Zira onlara göre Fransa'nın en güzel çiçekleri, Şam duvarları altında meyve vermeden solmuşlardı. Franzsı ordugahının uzun boylu anlatılan kederli halini tasvir etmiyoruz. Fakat gece, hemen kendilerini toplamışlar daha ciddi tedbirler almışlardı. Fakat Türklerde Zayıflığımızı öğrendikten sonra daha cüretli epeyce ganimet aldıktan sonra daha da hars olarak bize taciz ediyorlardı. Buna karşılık haçlılarda toparlanmışlardı. Türkler bu kalabalık orduyu saldırmak yerine geçecekleri yolu takip ederek mahfetme yolunu tuttular.

Haclılarda Kazıkbelinden hareketle Kızılhisar ovasından geçerek Acıpayam ovasından ve kıyıları bataklık iki ırmaktan geçtiler. İkinci ırmak yakında iki tepe vardı, Birsni Türkler tutarak Başlarından yoldukları saçları yere atmışlardı. Bu durum haclı müellifene göre, bu topraklardan hiçbir şekilde ayrılmayacaklarına işarettir.Fakat her tarafı tahrip ederek çekildiklerinden buradan çıktılar. Ançak haclı ordusunda alcık baş göstermiş, önce atlar maf olmuş bunları yiyen şovalyeler ve ordu güçlükle Gölhisar tarafından Antalya'ya varabilmişti.

II. Haclı seferi sırasında gayet dost hane olan Türk-Bizans münasebetlerinin bozulmasından sonra Leodikya Türk akınlarına uğradı. 1157 'de Alaşehir'e gelen Manuel Kommones ,Türk topluluklarına girerek yağma ve tahribe koyulmuş Selçuklu Kuvetlerinin uzak oluşundan istifade ederek bütün etrafı yakıp yıktıktan sonra İstanbul'a dönmüştü. Türk Kuvvetlerinin bunun intikamını alacağını iyi bilen Kommones Türk akınlarını önlemek için Homa ve Honaz istikamlarını tahkim ve techiz etti ise de Türk kuvvetleri yollarının kapatılmış olmasından yılmadılar. 1158 senesinden Karaağaç ovasından akınla ansızın Leodikya üzerine indiler. Böylece Bizans imparatorunun Türk topraklarında yaptığı tahribin öcünü aldılar.

1192'den sonra Bizanslılarla Selçuklular Burdur ve Gölhisar yöresinde karşılaşmışlar. Konya Sultanı, Osman ve Hüsamettin Beyleri birer Tümen askerle bu mıntıkaya göndermiştir. Önce birlikte hareket ederek Bizanslıları yenen bu Kumandanlar sonra ayrılmışlar, Hüsamettin Bey Çal, Osman Bey ise Karaağaç yani bugünkü Acıpayam yöresini zapta koyulmuşlardır. Osman Beyin bir lakabı da Yatağan baba olup, Savaşa yata yata kazanmasından almıştır. Bunun ordusunda bulunan bir Selçuklu Prensinin tedavi olduğu pınara Sultan pınarı denilmiş mıntıkadaki bir çok köy isimleri bu fetihle ilgili olmuştur. Fetih den sonra buraları bir prensle kumandana verilmiş ve vefatlarında Yatağan'a gömülmüşlerdir.

İbn-i Said'e Göre Kızılhisar Yöresi
1261 yılında Karaağaç ovasından (Kızılhisar yöresinden) geçen İbni Said Toğurlu- Toğuzlu dağları ve bunun etrafında 200.000 hane ( Beyt-Çadır) bir Türkmen halkının oturduğunu yaşadığını belirtmiştir. Bu yer Karaağaç ovası ile Beşler yaylasında Honaz dağına kadar olan kısımdır. Ayrıca bu Türkmenlere Uç denir demiştir. Bundan da anlaşılıyor ki Kızılhisar ve yöresi UÇ Türkmenlerinin İlk yurdudur. Bundan sonra bu Uç Türkmenleri Karaağaç ve Kızılhisar yöresinde yerleşip küçük köyler kurmuşlardır.

1261 yılı öncesi ve sonrası Uç Türkmenlerinin başlarında Kahraman Uç Gazisi sıfatına taşıyan Avşar boyundan Mehmet Bey, kardeşi İlyas Bey, akrabası olan damadı Ali, Salur ve Sevinç Beyler vardı. O tarihlerde Türkmenler kırmızı külah giyerlerdi, Mehmet Beyin emri ile kırmızı külahlar değiştirilip,yerine ak külah giymişlerdir.

Kızılhisar Yöresi ve Türkmenler
Kızılhisar ve Karaağaç yöresi toprakları 1200 yılı başlarından itibaren Uç'un güneybatı kanadını teşkil ediyordu. Bu kesimlerde kalabalık bir Türkmen nüfusu muhtevi idi. Bu Türkmenler önceleri Bizans elinde olan zengin Ege topraklarında cihat için yığılmışlardı. İlk Fetih yıllarında sahillere kadar bütün Batı Anadolu'ya yayılmış olan Türkmenler için her iki Devletin de kontrolünden uzak bu Uç bölgesi göçebe hayat şartlarını idame ettirmeye elverişli bir barınak ve faaliyet sahası vazifesini görüyordu. Doğudan devamlı şekilde Anadolu içlerine gelen ve Selçuklular tarafından düşman toprakları istikametinde sevk edilen yeni aşiretlerinde katılmasıyla buradaki Türkmen unsuru gittikçe artan bir yoğunluk kazanıyordu. Bizzat Selçuklularda bu hususta destekleyici rol oynamışlardı.Zira Selçuklular vaktiyle Devletlerinin kurucusu bu Türkmenleri Uç lara sevk ettiler. Ve kendileri Büyük Selçuklularda olduğu gibi bazı milletler den toplanan orduya dayandılar. 1192 yılında, savaşlar da cesur askerler temin etmekte ünlü olan bu Uç Türkmenlerin Selçuklu siyasi hayatında da bir kurucu usur olmuşlardır.

1274'de vefat eden İbni Said'e göre bu Türkmenler Selçuklular devrinde Rum Diyarını fetheden Türk soyundan çokluk bir kavimdir. Türkmenlerde başka yerlere gönderilen kilimler yapılır. Buranın sahilinde Marki isimli bir körfez vardır, Burası seyyahlarca meşhurdur. Buradan İskenderiye ve başka yerlere kereste gönderilir. Burada bulunan nehir üzerinde bir köprü vardır,Barış zamanlarında indirilir ve harp çıktığı zaman kaldırılır. Bu Müslümanlarla Hıristiyanlar arasında sınırdır. Antalya'nın kuzeyinde Toğurlu-Tokuzlu dağı vardır. Burada ve bunun etrafında ikiyüzbin çadır Türkmen oturur ve bunlara Uç denir. Buralarda güzel yay imal edilir.

Bir başka kayıtta da bu malumatın Moğollardan evvelki devreye ait olduğu veçhile 1204 'den sonraki zamanlardır. İbni Said'in bu söylediklerini daha sonraki bir çok tarihi hatıranın karıştığı görülmüştür. Türklerle Rumlar arasında sınır olduğu zikredilen nehir bahsedildiği gibi Karaağaç ovasından çıkan Dalaman çayı olduğu kadar da Menderes Nehridir. Nitekim bunun üzerinde kurulan ve 1243'de Türk ve Bizans garnizonları arasında münasebeti temin eden köprü burada bahsedilen köprüdür. 1177'de aynı yerde köprü başında Ata Bey Bizanslılarla çarpışırken şehit düşmüştür.

Belirtilen yörelerde, bilhassa ASİKARAAĞAÇ mıntıkasında Türkmenlerin büyük bir kesafet de bulundukları başka kaynaklar tarafından da teyit edilmektedir. 1332-1333'de Karaağaç ve Kızlhisar ovasından geçen İbni Battutta Karaağaç ovasının Türkmenlerle meskun olduğunu söylemektedir. İlhanlı Hükümdarı Argunhan'a bir harita yapan Kubbeddin Talamaniye dağlarının Uç Türkmenleri elinde olduğunu yazmıştır. Hayli kalabalık olan bu Türkmen Nüfusu bu yörede Anadolu'nun en kesif OĞUZ boylarının yer isimlerini vermişlerdir. Bu dahi mevcut bazı köylerin isimlerinden anlaşılacağı üzere bu Türkmenler, Avşar ulusuna ve aralarında bazı Uç oklu boylar da bulunmakla beraber daha çok Bozoklara mensupturlar. Bu yöre Türkmenlere arasında kayılarında önemli sayıda olduğu malumdur. Yatağan- Söğütova arasındaki yer Kayıyayla ismini taşımaktadır. Kayılar muhtemelen 1261 yılındaki isyana karıştıkları için Menteşe yöresine gitmişler ve bu yöredeki hadiselere pek karışmamışlardır. Avşarlar, Türkmenler arasında temayüz ettiler. Önceleri konar-göçer yaşayan Türkmenler sınır boylarına kadar yerleşik hayata geçtiler. Hayatlarını akıncılıktan ziyade kilim imal ve ticaretiyle sağlayan Türkmenler bu kilim imal sanatını orta Asya'dan getirmiş olabilecekleri başka bir kayıt da belirtilmektedir.

Güney batı Anadolu da büyük bir yer işgal eden Türkmenlerin mahalli kabile beylerinin idaresinde olduğu muhakkaktır. Bugün dahi Karaağaç bölgesinde Türkmen Beyleri hanedanları bulunması, asıllarının bu zamana kadar uzadıkları intibaını vermektedir.

Türkmenler 13'ncü yüzyılda henüz kabilelerinin ismini taşıyan beylerin idaresinde idiler. Yiva ve Salur beyler gibi. Bunlar şüphesiz ki, daha çok oğuz boyundandırlar. Bu Türkmen mıntıkasının doğusunda Afşar Bey'in idaresindeki Afşarlar, keza batıda da bir başka Afşar beyinin bulunduğunu biliyoruz. Diğer bir faal boyuda Yazır beylerinin hakimiyet mücadeleleri 19'ncu yüzyıla kadar devam etmiştir.

Denizli ve Karaağaç yöresi, Türkmenlerle meskun olduğundan bir çok defalar Selçuklu Sultanlarının bir sığınak yeri olmuştur. Gııyaseddin Keyhusrev buraya gelmiş ve diğer bir Selçuklu Sultanı İzzeddin ise, Besuday'ı oyalayarak bir fırsatını bulup Rum diyarına İznik'e gitti.

Moğollara karşı önceden Selçukluları tutan Türkmenler bu sadakatlarına ihanetle karşılık görünce Selçuklu devletinden iyice soğudular. Çünkü Bizanslılar kendilerine sığınan eski sultan İzzettin Keykavus`a taht mücadelesinde bir miktar asker vererek yardımcı olmuşlar.İzzettin Keykavus`ta tekrar taht`a çıkınca Bizans İmparatoruna, Denizli havalisini terk etmişti. Bu durum Türkmenleri tamamen kızdırdı. Yoğun halde yerleşen Türkmenlerden Bizanslılar tutunamadılar ve Denizli yöresi 1259 senesinde tekrar Türkmenlerin eline geçti. Bundan sonra Türkmenler Sarayköy'den Antalya-Alanya'ya kadar olan bu bölgede ilk Türkmen beyliğini kurdular. Bu beyliğin sıklet merkezinin yakın vakte kadar ASİKARAAĞAÇdiye anılan Acıpayam yöresi olduğu muhakkak Türkmen beyliğinin başına sahne olarak İlhanlı Hükümdarı Hulagu tarafından Kuşlar isimli bir zatı (kumandan-Şahne) tayin etmiştir. Dini liderleri de Yatağan Baba olması muhtemel görülmektedir.

Türkmenler arasında olan Mehmet, kardeşi İlyas, akrabası Ali ve Sevinç Beyler 1259 senesinde büyük başarı göstermişler ve Mehmet Bey'i Türkmenler baş olarak tanıyorlardı. 1261'de Türkmenler Selçuklu Sultanına baş kaldırarak doğuya doğru akın ettiler ve Konya-Antalya kervan yolunu kestiler. Mehmet Bey, Selçuklu Veziri M. Pervane'nin daveti üzerine Kayseri'ye gittiği zaman bile Türkmenler sağa-sola sataşmakta geri sataşmaktan geri durmadılar.

Türkmenlerin Selçuklulara karşı bu tutumları, zayıf bir Selçuklu Devletini yaşatmak isteyen Moğollar tarafından iyi karşılanmadı. İlhanlı Hükümdarı Hulagu adam gönderip yanına çağırdığı halde gelmeyen Mehmet Bey'i Rükneddin'e teşvikiyle asi ilan etti. Bu durum İlhanlılara karşı beliren umumi mukavemetle ilgili olduğu anlaşılıyor. Zira Mısır tarihleri de bunlardan bahseder. HULAGU, Selçuklu Sultanı Rükneddi'e ve Anadolu'daki Mogol kuvvetlerine ferman göndererek Mehmet Bey ve maiyetindeki Türkmenler üzerine yürümelerini emretti. Müttefik Moğol ve Selçuklu ordusu, Türkmenler üzerine yürüdüğü sırada Mehmet Bey'în damadıolan Ali Bey, eniştesine kırılarak Selçuklulara iltihak etti.

Ali Bey Türkmenlerin gizli geçitlerini bildiğinden müttefik ordusu ansızın Türkmen ülkesine girerek bir çok esir almıştır.

Türkmen kuvvetleriyle müttefik ordusu, Sahra yı Talamaniye de (Karaağaç ovasında) karşılaşmışlar, savaşı kendilerini ihanet eden Ali Bey yüzünden kaybeden Türkmenler, dağlara kaçmışlardır. Bu savaşın Karaağaç ovasında cereyan ettiği, hatta ASİ'lik keyfiyetinin bundan geldiği şüphesizdir. (Halk annesi de, bu Asiliğin Germiyan hakimiyetini kabul etmeden doğduğu görüşündedir. Türkmenlerin reisi Mehmet Bey savaştan sonra Bozdağa kaçmıştır. Mehmet Bey sığınıp tahkim ettiği dağlardan itaat etmek için adam göndermiş, müttefiklerde yeminle bunu kabul etmişlerdir. Mehmet Bey ile diğer Türkmen Beyleri dağlardan inerek Sultan Rükneddin'in yanına gönderilmişlerdir.

Selçuklu Sultanı bu isyanı bastırıp Uç işlerini de yola koyduktan sonra Karaağaç ovasından ayrılarak Uluborlu'ya geldiğinde Mehmet Bey'i öldürterek damadı Ali Bey'i Türkmenlerin başına müstakilen Bey yaptı ve böylece Türkmenler Selçuklu ve dolayısıyla İlhanlı hakimiyeti altına girmiş oldu.

Türkmenlerin bu isyanının bastırılması hayli sert olmuştur. Uç Türkmenlerinin reisi olan Ali Bey'den muhtelif kaynaklar bahsederler. İbni Haldun da geçen Ali Bey'in, Denizli emiri ve Cenubi Bizans Uç'u kumandanı olduğunu M. Halil Yivanç söylemektedir. Baybars'ın Anadolu'yu terk edişinden sonraki olaylar sırasında Ladik emiri olarak olarak zikredilen Ali Bey'in bu isyanda adı geçen şahısla aynı olduğu muhakkaktır. Ali Bey sonradan Denizli'de bir beylik kuracak olan İnanç Oğullarının atasıdır. Keza bu isyanda adı geçen Türkmen Beylerinden İlyas Bey'de Hamidoğlu Dündar Beyin babasıdır.

Türkmenlerin (Oğuz Türklerinin) Kızılhisar ve Acıpayam yöresine geldiklerinde bu ovada Karaağaç Balamut ağaçlarının çok olmasından dolayı bu yere Karaağaç ismini vermişlerdir. Türkmenlerin Selçuklulara karşı baş kaldırmalarından dolayı da ASİKARAAĞAÇ denilmiştir. Bu rivayete göre de Afşar oymağına mensup KARAAĞAÇ BABA'nın ismine izafeten Karaağaç adı verildiği söylenmektedir.

1864 yılında Asi Karaağaç yöresinin Konya vilayetine bağlanması üzerine (ASİ) ismi kaldırılarak Garbin Karaağaç ismi verilmiş ve bu isim de Garbi Karaağaç'ın kaza olduktan çok sonraları dahi kullanılarak 20'nci asırda da ACIPAYAM ismi verilmiştir.

Tarihi Eserler
Ören yerleri, Höyükler, Türbeler, Savaş alanları, Tarihi mezarlar, kale, sur ve şehir kalıntıları: Köyde okul olarak kullanılan, Kurtuluş savasında yunan karargahı ve günümüzde konut olarak kullanılan Salim ERHAN'a ait ev, Zindan olarak kullanılan Kebir Camii, Selçuklu Hamamı, Erenler mevkiindeki köy harabesi, Agaçbeyli yolundaki Efe mezarları, Bilese mevkiinde bulunan Kurtuluş savası mezarları,Taşpinar Höyüğü, Yukarı bağlar mevkisinde bulunan roma mezarları, Caber kalesi kalıntıları, Çil höyüğü, ve Cabar köyü istihkamları Sosyal faaliyetler: Kasabadaki iki adet sinema ve tiyatro salonunun 1978 yılında kapatılması nedeniyle sosyal faaliyetler yapılamamaktadır. El isleri, zanaat örnekleri: Kasabaya özgü Keçi kılından ve yünden yapılan kilim dokumacılığı, heybe, süs torbası dokuması yapılmaktadır. Tahta kaşık oymacılığı yapılmasına rağmen günümüz koşulları nedeniyle örnekleri azalmıştır. Ilçe merkezinde ve meskun olanda tarihi eser dikkat cekmemekle beraber arkeolojik alanda saha calışması yapılması için bakir bir alandır zira yörük kültürü ögeleri sonradan entegre olan bu cografyada yapılması gereken toprak tabakalrının incelenmesi ve zamanlandırılmasıdır .mugla bölgesine en kestirme yolları barındıran bu cografyanın mö 600 lerde sık ormanlık oldugu tahmin edilmektedir.

Halk Eğitim Hizmetleri
1999 yılına kadar ilçede Biçki, dikiş, nakıs kursları açılmış 1999 yılında kursiyer yetersizliği nedeniyle kurs açılmamış olmasına rağmen halen Halk Eğitimi Merkezi yeni binasında değişik dallarda kurs faaliyetlerine devam etmektedir.

Sportif faaliyetler
İlçede bulunan Serinhisar Belediye Spor Kulübü, Denizli 1. amatör kümede ve gençler liginde müsabakalara katılması nedeniyle futbol çalışmaları, gençleri içindeki yeteneklilerin eğitimi için antrenörlerce yapılan hazırlıklar, Kasabalar arası futbol ve voleybol müsabakaları yapılmaktadır. İlçede güreş sporu ilgi görmekte olup İlçe Güreş İhtisas kulübü çalışmalar yapmakta olum gençleri yetiştirmektedir.

Spor Tesisleri
İlçede resmi müsabaka normlarına uygun toprak zeminli futbol sahası mevcuttur.

Taekwondada ülkemizi yurtdışında başarıyla temsil ederek birçok ödüle imza atan ünlü sporcumuz Mehmet Ali Develi vardır

Avcılık Faaliyetleri ve Avlaklar
İlçede bilinçsiz ve gelişigüzel yapılan avcılık av hayvanlarının soylarının tükenmesi tehlikesini gündeme getirmiş, Bu nedenle ilçede faaliyet gösteren avcılarve atıcılar derneğinin düzenli çalışmaları ile denetimli olarak av yapılması sağlamıştır Son yıllarda ilçe ovasında domuz neslinin çoğalması ve çiftçinin ürünlerine zarar vermesi nedeniyle 2007 yılı mart ayından itibaren sürek avları düzenlenmeye başlamıştır.

Kültürel Etkinlikler
2001 yılından beri ilçe merkezinde Leblebi ve Kültür Festivali yapılmaktadır. Festival, ilçede Çamlık denilen bölgede her yıl temmuz ayında yapılmaktadır. Her sene çeşitli mahalli ve ulusal sanatçılarında katılımıyla 3 gün süren festivale çevre il ve ilçelerden çok sayıda konuk gelmektedir. Ayrıca Serinhisar'a bağlı Yatağan Kasabasında da her sene Bıçakçılık Festivali yapılmaktadır.

Devamı...
Gönderen BabaHoroz on 2 Şubat 2011 Çarşamba