Yüzyılın projesi yüzyılın fiyaskosuna dönüştü
BOTAŞ, Bakü-Tiflis-Ceyhan boru hattında zarar ettiğini itiraf etti

Gülümhan GÜLTEN / VATAN


BOTAŞ, yüzyılın projesi olarak lanse edilen, yılda en az 300 milyon dolar taşıma ve vergi geliri elde etmeyi planladığı Bakü-Tiflis-Ceyhan boru hattında zarar ettiğini itiraf etti. Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurumu ve KİT Komisyonu’na gizli ibareli bilgilendirme yazısı yazan ve 3 yılda 210 milyon dolar zarar eden BOTAŞ “Anlaşmalar değişmezse zararımız artarak devam edecek” dedi

ANKARA - Türkiye, “yüzyılın projesi” olarak lanse edilen Bakü-Tiflis-Ceyhan (BTC) Projesi’nde hayal kırıklığı yaşıyor. BOTAŞ’ın, Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurulu (YDK) ve Meclis KİT Komisyonu’nun sorularına karşılık, Ekim 2009 tarihi itibariyle gelinen noktayı anlattığı “gizli” ibareli açıklama, Türkiye’nin BTC’de yaşadığı fiyaskoyu gözler önüne serdi. BOTAŞ’ın bu açıklamalarıyla “yüzyılın projesi”nin Türkiye için “yüzyılın hatası”na dönüştüğü ortaya çıktı. Söz konusu gelişmeler, Meclis KİT Komisyonu’nun 9 Aralık’da “gizli” oturumla gerçekleşen toplantısında gündeme geldi. Burada BOTAŞ, “Türkiye BTC’de zarar ediyor. Anlaşmalar değişmezse zarar büyümeye devam eder” diyerek, kritik bir itirafta bulundu. BOTAŞ, Türkiye’nin altına imza attığı anlaşmalardan kaynaklanan zararı önlemek için anlaşma şartlarının değiştirilmesi için uğraştığını belirtirken, uluslararası anlaşmalardaki şartların değişeceğine pek de şans tanınmıyor.

BTC hattının açılışından bugüne geçen 3 yılda BOTAŞ International Ltd.’nin (BIL) Ekim 2009 itibarıyla geldiği nokta KİT Komisyonu’nda “Sürekli zarar eden ve finansman ihtiyacını kısa ve uzun süreli krediler ile karşılamakta olan BOTAŞ BIL şirketinin, borçlarını tasfiye edebilmek amacıyla sermaye artırımı çalışmaları yapılmakta olup, 2007 yılı sonunda öz kaynaklarını tamamen yitirdiği ve yabancı kaynakları ile de zararlarını finanse eder duruma geldiği...” şeklinde anlatıldı.

Sabit ücret aleyhimize

BOTAŞ ise Türkiye’nin işletmesinde sürekli zarar ettiği hatta durumu değiştirmek için yapılmaya çalışılanları şöyle anlattı:

BTC Co. şirketiyle görüşmeler ve müzakereler sürdürülmekte olup, BTC Co. şirketine çeşitli öneriler sunulmuştur. Bunların en önemlisi, uluslararası kabul görmüş uygulamaların dışında kalan ’anlaşma süresi boyunca uygulanacak sabit taşımacılık ücretinin’ eskalasyona tabi tutulması ve asgari taşıma taahhüdünü içerecek şekilde anlaşmanın revize edilmesi istenmiştir.

BOTAŞ, Türkiye’nin BTC hattında nasıl sıkıştırıldığını da şu ifadelerle anlattı: “BIL’in geliri sevk edilen petrol miktarına bağlı olup, beklenen kar düzeyine ulaşılamaması tamamen BIL’in kontrolü dışında olan 2 nedene bağlıdır. ilki, anlaşmalarda ’Throughput (petrol miktarı, doluluk) garantisi’ yoktur. Bu yüzden BTC Co. vaadettiği petrolü sevk etmeyerek BIL’in gelirlerinin düşük kalmasına neden oluyor.

Taşıma geliri, petrolü pompalamaya gidiyor

Anlaşmalarda BTC Co. tarafından pompa istasyonları yakıtı olarak petrol tercih edilirse, BIL’e varil başına 18 doları geçmeyecek şekilde petrol sağlanacağı garanti altına alınmıştı. Böylece yakıt tavanı getirilerek, maliyet sınırlanmıştı. Ancak BOTAŞ, BTC Co.’nun bir başka manevrayla BIL’i nasıl zor durumda bıraktığını şöyle anlattı: ”... BTC Co. petrol yerine yakıt tavan fiyat garantisi olmayan doğalgazı seçmiş, hampetrole gelen fiyat artışlarının doğalgaza yansıması sonucu işletmeci BIL şirketi büyük miktarlarda yakıt gideri ödemek zorunda kalmaktadır

BOTAŞ bütün bu sorunların ardından BTC Co. ile masaya oturulduğunu belirterek, ilk başka uluslararası şirketten ’throughput garantisi’ istendiğini açıkladı. Türkiye’nin boru hattının kuruluşunda ısrar etmediği için alamadığı bu hakkın sağlanması halinde BIL’in yıllık gelirinin garanti edilmiş olacağı belirtildi. Ayrıca doğalgaz manevrasıyla BIL’in zarar ettirilmesinin de önüne geçmek üzere BTC Co.’dan petrole verdiği” yakıt birim fiyat garantisi“ni doğalgaza da vermesinin istendiği belirtildi.

900 milyon dolar kazanacaktı 210 milyon dolar zarar etti

Devlet başkanlarının katılımıyla BTC Boru Hattı’nın açılışı 13 Temmuz’da 2006’da gerçekleştirildi.

Türkİye BTC projesine, enerji ihracatında Rusya’ya olan bağımlılığı ortadan kaldıracağı, Boğazlar’daki petrol tehdidini azaltacağı, Türkiye’yi bir enerji köprüsüne, Ceyhan’ı da Rotterdam gibi bir enerji üssüne çevireceği iddiasıyla sarılmıştı. 1.074 km’si Türkiye’den geçen ve Türkiye kısmı 1.7 milyar dolara malolan petrol boru hattı, yıllar süren çetin pazarlıkların ardından, Haziran 2006’da ilk tanker yüklemesini yaptı. Açılış töreni ise 13 Temmuz 2006’da gerçekleşti.

BTC boru hattının işletmesini çok ortakla oluşturulan uluslararası BTC Co. şirketi yürütüyor. Şirketin hakim ortağı İngiliz petrol devi British Petroleum (BP) Boru hattının Türkiye kısmı BOTAŞ’ın sahibi olduğu BOTAŞ International Limited (BIL ) tarafından işletiliyor. Türkiye kritik önem taşıdığı boru hattından, yapılan anlaşmalar nedeniyle sadece varil başına 35 cent ”geçiş ücreti“ ve 20 cent de vergi alıyor. Türkiye’nin altına imza attığı anlaşmalar nedeniyle, petrol fiyatlarının artmasıyla BTC Co. şirketinin gelirleri artıyor ama Türkiye’nin şirketi BIL’in gelirleri artmıyor. Aksine azalıyor. Ayrıca artan işletme maliyetleri ve doların değer kaybetmesi sebebiyle de BIL’in aleyhine bir durum ortaya çıkıyor.

Boru hattının BOTAŞ’a yılda 300 milyon dolar gelir getirmesi amaçlanmıştı. Ancak boru hattı açıldığı 2006 Temmuz ayı başından Temmuz 2009 tarihine kadar geçen toplam 3 yıllık sürede Türkiye sadece 380 milyon dolar taşıma ve vergi geliri elde edebildi. Merkezi Jersey Adaları olan BIL’in giderleri düştükten sonra 3 yıllık net bilançosunun ise 210 milyon dolar eksi olduğu ortaya çıktı.

Kaynak
Yüzyılın projesini yüzyılın avanaklığına dönüştürdü

Kim dönüştürdü diye soracaksınız, ben baştan söyleyeyim; Tayyip Erdoğan yönetimi dönüştürdü ve bu gerçeği bu kez Ankara’da “bir başka yüksek denetleme kurulu deneticisi” bulup çıkardı, Meclis’e getirdi.

Ve iyi ki VATAN var.

VATAN Gazetesi Ankara Bürosu’nun ekonomi muhabiri Gülümhan Gülten de “Meclis’te gizli oturumda KİT komisyonunda görüşülen raporu” ele geçirdi ve gerçeği halk da bilsin, duysun, “ülkemiz, 72 milyon halk, aydınlar, gazeteciler nasıl sersem durumuna düşürüldü” görsün diye yazdı.

Dikkatli okur hatırlar.

Yıl 2006’ydı.

Açılış töreni vardı.

Şişinme tavan yapmıştı.

“Vanası bizde... Vanası bizde...” diye demeçler veriliyor, sözü Başbakan Tayyip Erdoğan alıyor, ondan eski Enerji Bakanı Hilmi Güler’e mikrofon uzatılıyor; Bakü-Tiflis-Ceyhan Boru Hattı’nın açılışı sırasında pembe tablolar sergileniyor, iyimser içerikli övünmeler gazetelere 9 sütuna; “Kafkas ve Kazak petrollerinin vanası bize geçti... Büyük stratejik üstünlüğümüz oldu...” diye manşetler atılıyordu.

Geçiş ücreti alacaktık.

Yılda 300 milyon dolar net kazancımız olacaktı. Türkiye 1 koyup 5 kazanacak ve Avrupa ile Asya arasında “bir enerji köprüsüne dönüşecek” Adana’nın Ceyhan’ı da Avrupa’nın Rotterdam’ı gibi bir enerji üssü oluverecekti. Söylemesi ayıp, bu şişinmelerin yapıldığı günlerde bir tek Hürriyet Gazetesi’nde Ege Cansen, kendi köşesinde ve bir de ben, ondan esinlerek VATAN’ın bu köşesinde; “Gerçekten vanası bizde olacak mı, boru hattının yapım maliyetlerine biz ne kadar katılacağız, bu boru hattının yapımı için gerekli para borçlanarak bulunacağı için faiz yükü ne kadar binecek, boru hattının masraflarını kim karşılayacak, boru hattını koruyacak Türk ordusunun ve jandarmasının bekleme giderlerini kim üstlenecek?” diye sorular soruyor ve gerçeği halka yazmak için uğraşıyorduk.

Gerçeği gizlediler.

Yandaş kalemleri yağladılar.

Gerçeği çuvalladılar.

Geç de olsa gerçek; Yüksek Denetleme Kurulu deneticisinin raporuyla “Meclis’in gizli oturumunda” çıka geldi.

Böyle anlaşma olmaz.

Avanak bile yapmaz!

Boru hattından geçecek olan petrolün varil başına “geçiş ücretini” sabitlemişler. Varil başına 35 cent demişler. Petrolün varili 30 dolardan 150 dolara çıkıyor, sonra 70 dolara iniyor; petrol şirketleri ve petrolü dünyaya satan ülkeler fiyat arttıkça karlarını yükseltirken “topraklarına en uzun boru döşenmiş ülke Türkiye’nin alacağı sabit, donmuş ve aynı” kalıyor.

Petrol: varili 30 dolar.

Geçiş ücreti: 35 cent.

Petrol varili: 150 dolar.

Geçiş ücreti: yine 35 cent.

Geçiş ücreti niçin artmıyor? Çünkü bu “avanaklık anlaşmasının” altına Türkiye tarafı imzayı atmış. Ayrıca “boru hattının yıllık doluluk (throughput) garantisi” de istenmemiş. Türkiye Rusya’dan, İran’dan petrol ya da doğalgaz alırken yaptığı anlaşmalara “ya al ya öde” maddesi koyup kendini bağlarken “boru hattından petrolü geçirerek satanlardan doluluk garantisi almayı” düşünmüyor.

Düşünmüyor mu?

Düşündürmüyorlar mı?

Sonuç: Yüzyılın Projesi’nden yılda 300 milyon dolar üzerinden 3 yılda 900 milyon dolar kazanması beklenen Türkiye’nin bu boru hattından 3 yıllık zararı 210 milyon dolar oldu.

Bu zararın içinde Türkiye’nin boru hattının yapımına yatırdığı paranın 3 yıllık birikmiş faizi ve her geçen gün için işleyen faizi de yok. Türk askerinin, boru hattını beklerken yaptığı harcamalar da zarara dahil değil. Bunları da koyarsak zarar, 500-600 milyon doları bulur, belki de geçer.

Türkiye’yi avanaklaştırdılar.

Sorumlusu Başbakan’dır.

Tek yazıda anlatamam.

Yarın devam edeceğim.

Kaynak:



Devamı...
Gönderen BabaHoroz on 28 Aralık 2009 Pazartesi



Jet Audio,popüler bir ses ve video çoklu ortam oynatıcısıdır. Programın kullanıcıya kolaylık sağlaması için masaüstü uzaktan kumandası da var.
Programın çaldığı ses ve video dosyalarının formatları :
Ses için; CD, WAV, MP3, RM, MIDI, video için; AVI, MOV, MPEG ve diğer formatlardır. Ayrıca 20 kanallı spectrum algılayıcı bulunmakta. MP3PRO çalabilme özelliği de mevcut.

Jet Audio ile film izlemekte hem kolay hem de eğlenceli. Ayrıca video izlerken görüntü yakalama özelliği sayesinde istediğiniz görüntüleri BMP formatında resim olarak kaydedip daha sonra bakabilirsiniz.Jet Audio
ile müzik dinlemenin de keyfine varıyorsunuz. Programda 7 tane müzik tarzı var. Bunlar; pop, rock, jazz, classic, vocal ve flat. Programda 1000 internet radyo istesyonu kayıtlı böylece internetten de radyo dinlemenin zevkini tadacaksınız.

Kod:
http://hotfile.com/dl/18871219/6210f24/Cowon_JetAudio_7.5.5.25_Plus_VX_Portable.rar


Herkese tavsiye ederim.Taşınabilir(Portable) bir program.Winamptan da Media Playerden de çok iyi,kaliteli.

Devamı...
Gönderen Tiltombak on 13 Aralık 2009 Pazar
0 yorum
categories: , | edit post

Bazı Kürtlere göre “kahraman”; kimi Kürt aydınına göre “iblis”; Dersimli Kürtlere göre “hain”; Aleviler’e göre “cellat”; Doğulu şeyhlere/şıhlara göre ise “Mevlana Hakimüddin” idi…
Sünni Kürtleri, Alevi Türkmen Safeviler’in kılıcından Osmanlı’yla ittifak yaparak kurtaran İdris-i Bitlisi gerçekte kimdi? Türkleri nasıl Kürtleştirdi? DTP’nin kapatılmasıyla ne ilgisi vardı?

Çok gerilere gitmeyelim.
Selçuklular-Kürtler ilişkisi inişli çıkışlı oldu. Taraflar birbirinden pek hazzetmedi.
Kürtler, Akkoyunlular, Karakoyunlular, Dulkadiroğlu gibi Türk beylikleri himayesinde de pek mutlu olmadılar.
Kürtler, en çok Osmanlılar döneminde rahat ettiler.
Bunu sağlayan kişi ise İdris-i Bitlisi idi…
Gelin 500 yıl önceye gidelim.

Birinci perde

Fatih Sultan Mehmed’in ünvanı; “Sultanü’l-barrayn ve hakamül’l-bahrayn” idi; yani Anadolu, Rumeli ile Karadeniz-Akdeniz’in sultanı.
Fatih, Avrupa’nın sultanı olmak istiyordu. Bu nedenle yürüyüşü hep Batı’ya doğru oldu. Devrimciydi; hukuktan maliyeye; toprak üzerindeki siyasetinden güzel sanatlara kadar hep ilerici adımlar attı. Ali Kuşçu gibi alimlere önem verdi.
Fatih’in ölümünden sonra oğulları Cem ile Beyazıd arasında taht kavgası çıktı.
II. Beyazıd, Cem Sultan’a karşı halkın desteğini almak için Şeriatı hayatın merkezine koydu. Sarayın gerici unsurlarıyla ittifak yaptı. Çandarlı İbrahim gibi statükocu vezirleri tekrar saraya çağırdı. Babası zamanında yapılan sivil devlet kanunlarını daralttı; devletleştirilmiş emlak ve evkafı sahiplerine dağıttı. İtalyan ressamlarına yaptırılan Sarayın duvarlarındaki freskoları söktürdü.
Bu kısa bilgilerden sonra gelelim anlatacağımız olayın kahramanına: Yavuz Sultan Selim.
II. Beyazıd’ın oğluydu. Şehzadeliği döneminde Trabzon Valisi’ydi. Artık yaşlanan babasının atılgan olmamasına kızıyordu. Darbeyle babasının tahtını gasp etti. Osmanlı’nın Batı’ya yürüyüşünü Doğu’ya çevirdi…
Şimdi de olayın ikinci kahramanını tanıyalım: Şah İsmail.

İkinci perde

15’inci yüzyıl sonunda İran’da taht kavgaları başladı. Saltanatı Bayındır soyundan Safeviler ele geçirdi.
Devletin başına Erdebil Ocağı’ndan Şeyh Haydar’ın küçük oğlu Şah İsmail geçti. Şah İsmail aynı zamanda, “Hatayi” mahlasıyla Türkçe şiirler yazan bir şairdi. Türkmen’di. Kimine göre “Alevi” kimine göre “Şii” idi.
Anadolu Alevi Türkmenleri Şah İsmail’i kendi hükümdarları ve pirleri saydı/ hala da öyle sayarlar.
Buraya minik bir parantez açmalıyım:
Bu destek sadece inanç temelli değildi; Türkmenler yeni merkezileşmiş Osmanlı’ya karşı hoşnutsuzdular. Çünkü ne asker ne de vergi vermek istiyorlardı. İstedikleri kendi aşiret hukukları çerçevesinde göçebe hayata devamdı.
Hele hele özellikle Beyazıd döneminde Sünni İslamiyet’in Osmanlı resmi ideolojisine dönüşmesini kabullenmediler.
Bu nedenlerle de Şeyh Cüneyd-Şeyh Haydar döneminde Safeviler’e yakınlaştılar.
Safeviler Erdebil sufileri sayesinde Azerbaycan, Doğu Anadolu, Irak ve İran’da siyasi gücü ele geçirdiler.
Şah İsmail Azerbaycan dolaylarının hakimi Veziriazam Şemseddin Geylani’nin desteğiyle Akkoyunluları mağlup etti. Gözü Osmanlı topraklarındaydı.
1502-1507’de iki kez saldırıya geçti. Erciş, Ahlat, Diyarbakır, Mardin, Cizre, Musul, Bağdat’ı aldı. Sünni din adamlarının türbelerini yıktı. Bu hareketi Sünni Kürt aşiretlerinin tepkisini çekti…

Üçüncü perde

Ve gelelim yazımızın konusu olan kişiye: İdris-i Bitlisi.
Ailesi Bitlisli ve “Mevlana Hakimeddin” lakabıyla biliniyordu.
Babası tasavvuf ve tefsir konularına hakim Mevlana Şeyh Hüsameddin Ali-ül Bitlisi idi.
Ahmet Yesevi’nin yolundan yürüyen Seyyid Mehmet Nur Bahçi’den feyz almış; halifesi olmuş; şeyhi ölünce Nurbahçi tarikatını kurmuştu.
Bilginleri ve şairleri sevip koruyan Türkmen beyliği Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan’ın hizmetinde “divan katibi” olarak görev yapmıştı. Sekiz kitabı vardı.
İdris-i Bitlisi böylesine önemli bir alimin oğlu olarak dünyaya geldi.
Doğum tarihi kesin olarak bilinmiyor. 1452 - 1457 arasında doğduğunu yazabiliriz. Doğum yeri de muğlaktı; kimine göre Diyarbakır kimine göre Bitlis’ti. Kürt’tü.
Eğitimi babasından “İdrisiye Medresesi”nde aldı. Arapça, Farsça öğrendi.
Uzun Hasan başkentini Diyarbakır’dan Tebriz’e nakledince ailece oraya göçtüler.
Tebriz’de “Saray katipliği” yaptı. Ali Şir Nevai gibi alimlerle arkadaşlık kurdu. Şah İsmail’in 1501’de Akkoyunluları tarihten silmesine kadar sarayda görev yaptı. Ailesini koruyup kollayan Akkoyunluları yok ettiği için Şah İsmail’e düşman kesildi. Ve tabii bir düşmanlık nedeni ise Şah İsmail’in mezhebiydi.

İdris-i Bitlisi, Safevi tehlikesi konusunda II. Beyazıd’ı uyarmak için Osmanlı Sarayı’na kadar gitti. İyi karşılandı ama umduğunu bulamadı. Kendisine Arabistan kadıaskerliği gibi “bürokratik” bir görev verildi. Bir de resmi tarih yazıcılığı.
İdris-i Bitlisi’ye isteğini veren padişah Yavuz Selim oldu.
Yavuz Selim Trabzon Valiliği döneminde Safeviler’i tehlike olarak değerlendirmiş, babasını uyarmıştı.
Yavuz Selim tahta oturunca hemen İdris-i Bitlisi ile ittifak yaptı; Şah İsmail konusunda hemfikirdiler; yok edilmesi gerekiyordu.
Yavuz Selim sürekli kendine tehditkar mektuplar gönderen, “Anadolu halkının babasının müridleri olduklarını” yazan, Timur bozgunundan bahseden Şah İsmail’i susturmak istiyordu.
Kürtlerin desteğini almak için İdris-i Bitlisi’yi görevlendirdi.
İdris-i Bitlisi kısa sürede Sünni Kürtleri Osmanlı’nın yanına çekti.
Uzatmayalım…
20 Nisan 1514’te İstanbul’dan sefere çıkan Yavuz Selim, 24 Ağustos 1514’te Çaldıran’da Şah İsmail’i mağlup etti.
Bu savaş sonunda Kürt aşiretleri özel bir idareye tabii oldu. Kürt derebeyliğinin temeli atıldı. Bu ayrıntılara da girmeyip meselenin özüne gelelim: Türkler nasıl Kürtleştirildi?

Ve final

Çaldıran Savaşı’ndan sonra Yeniçeriler’in huzursuzluğu nedeniyle Amasya’ya dönen Yavuz Selim, Doğu Anadolu’da düzenin sağlanması görevini İdris-i Bitlisi’ye verdi.
İdris-i Bitlisi 25 Kürt aşiretini bir araya getirerek, onları -kendi üslubuyla yazarsak- “Kızılbaşların kökünü kazımaya teşvik etti.”
Hepsi, “Kızılbaş topluluklarına karşı kılıç darbesiyle cihat etme” yemini ettiler.
İdris-i Bitlisi kararı bildirmek için Amasya’ya Yavuz Selim’in yanına gitti.
Dedi ki, “Yüce amaç, Kızılbaşların topluluklarını parçalamaya ve birliğini darmadağın etmeye yol açacak tedbirleri almak olduğuna göre, bu durumda Sultanlık Sarayı’nın adamlarından, bütün yerli beylerin itaat edecekleri ve emirlerine boyun eğecekleri birinin tayin edilmesi daha iyi olur. Böylece bu iş en hızlı ve en iyi şekilde tamamlanır.”
O kişi Bıyıklı Mehmed Ağa oldu; Diyarbakır bölgesi Beylerbeyi yapıldı.
İdris-i Bitlisi memnundu.
Şakir Epözdemir gibi tarihçiler bakın ne yazıyor: “O dönemlerde Doğu ve Güneydoğu bölgesi baştanbaşa Kızılbaşların işgali altındaydı. Bölge insanı ve beyleri bu zulümden kurtulmak için İdris-i Bitlisi’yi beklemiştir.”
Bizim tarihçiliğimiz böyledir işte; neyse…
Gelelim sonuca…
İdris-i Bitlisi’nin Selim Şah-namesi’nde yazdığına göre “40 bin Kızılbaşın/Türkmen’in başı kesildi.”
Ve binlerce insan, Sünni Kürt kimliğine bürünerek katliamlardan kurtuldu.
Bu nedenledir ki, Nuri Dersimi, “Kürdistan Tarihinde Dersim” adlı kitabında İdris-i Bitlisi’yi “hain” olarak göstermektedir.
Günümüzde İdris-i Bitlisi hala tartışılmaktadır.
Bu yazının konusu benzer tartışmaları yinelemek değildir.
Ya da resmi ideoloji gereği “aslında Kürt yoktur onlar Türk’tür” demek hiç değildir.
Bakınız; kişi kendini hangi kimlikte görüyorsa öyledir. Türk, Kürt, Yahudi, Ermeni, Rum, Çerkez, Laz, Gürcü, Sünni, Alevi hepsi Türkiye Cumhuriyeti’nin saygın vatandaşlarıdır.
Bu yazının yazılma amacı şudur:
Bazı Kürt aydınları sık sık tv’lerde yakın tarihten örnekler veriyor ve nasıl eziyetlerle karşılaştıklarını anlatıyor. Söylediklerinin çoğu doğru.
Ama tarihi nereden başlatacağız?
500 yıl geriye gittiğinizde de Alevi Türkmenleri kesen, onlara “jenosid” uygulayan İdris-i Bitlisi’yi görürüz!
Evet empati şart. Kardeşliğe mecburuz.
Salt yaşanan acılar üzerinden siyasal rant elde etmeye çalışarak yarını inşa edemeyiz.
Sorunu kardeşlik temelinde çözülmesi isteniyor ise her türlü teröre övgüler düzmeye son vermek gerekiyor.
Artık beyaz sayfa açmak şarttır.
Bunu yapamazsak daha nice partiler kurulur ve kapatılır…

Soner Yalçın
Kaynak:

Devamı...
Gönderen Tiltombak on


Eskiden kılıçlarla,oklarla savaşılırmış.Barut bulunduktan sonra ''Tüfek icat oldu,Mertlik bozuldu'' durumu meydana geldi.Bir düğmeye basmakla binlerce insan bir an da yok edilir oldu.Bunun en büyük örneği 1945 de Amerika'nın Japonya'ya attığı atom bombasıdır.Binlerce insan öldü,binlerce insan sakat kaldı ve en önemlisi doğa büyük zarar gördü.
Oturduğu yerden bir düğmeye basarak,kilometrelerce uzaktaki insanları öldürmekte onları kesmedi.Çünkü doğada zarar görüyordu.Çünkü dünyanın her yerindeki,yer altı ve yer üstü zenginlik onlar için önemlidir.Çünkü bütün nimetler onların malıdır(hizmetindedir) kendilerince.Onlar için önemli olmayan insan hayatıdır.Sadece kendilerini düşünürler.
Bombalarla katliam yapmak hem aleni olduğundan hem de masraflı olduğundan,yeni arayışlara itti emperyalistleri.Biyolojik silahlara yöneldiler.Bir bomba atacaklar karşı taraf gülme krizine girecek silahlarını bırakacak,bir bomba atacaklar karşı taraf birbirini öldürecek,bir bomba atacaklar karşı tarafın beyinlerine hükmedecekler.Buna benzer daha çok farklı arayışlar içindeler ama bu da onlar için kafi değil.Bir taraftanda aşısı,ilacı kendilerinde mevcut olan salgın hastalıklar çıkartarak karşı tarafı yok etmek veya bezdirerek kendisine köle yapma çalışmalarıda var.Son yıllarda harıl harıl bu konuda çalışıyorlar.Laboratuarlarda ölümcül salgın hastalıklar çıkartmaya çalışıyorlar ve ufak ufak denemelerinide yapıyorlar.Kuş Gribi,Domuz Gribi,Kanamalı kırım kongo hastalığı (keneden geçen) vs.Bakalım daha yeni yeni ne hastalıklar çıkartacaklar,yakında görürüz.
Bu iş öyle güzel bir iş ki her yönlü kullanılabilir.Aşısını satarak,ilacını satarak güzel paralarda kazanabilirler,yani ekonomik olarakta karşı tarafı kendilerine muhtaç hale getirebilirler.
Şu emperyalistler çok akıllılar çok ama aynı derecede de çok acımasızlar.Sırf kendi çıkarları için insan hayatını hiçe atmak ne derece doğru ? İnsanlığa sığar mı ? Bu dünyada işleri iş ama ya öbür taraf ?

Öyleyse ; Kahrolsun Emperyalizm , Kahrolsun İnsan Görünümlü Mahlukatlar


Devamı...
Gönderen BabaHoroz on 7 Aralık 2009 Pazartesi

15 Kasım Pazar Günü Banu Avar’la Zürih’te bir Konferansta bir araya geldim.

Dünya Düzeni ve Türkiye’nin gidişatı hakkında çarpıcı açıklamalar yapan tecrübeli Gazeteci; TRT den atılma sebebine de tekrar bir açıklık getirdi.

İşte; Toplantıda konuşulanlar ve sizler için Banu Avar’a yönelttiğim sorular:

Banu Avar: Baskılara dayanamadık!

2004-2008 arası çalışma yerim TRT idi. 2008 Mayıs ayında büyük ortadoğu ve asya projesi adı altında bir programın montajını yaparken, montajın ortasında içeriye TRT istanbul'da çalışan bir arkadaşım girdi elinde bir zarfla. Zarfta 15 gün önce işime son verildiği yazıyordu.

15 gün önce işten atılmışım haberim yok. Bu haberi aldıktan sonra gülümseyerek Ankara'yı ziyaret etmeye karar verdim. Bana bir bilgi verilmesi gerekiyordu, çünkü normalde bir senelik bir anlaşmamız vardı.

''En fazla Mail alan program, TRT'nin en yüksek raitingli programı benim programımken ,niye işten atıldım?'' diye sordum. Aldığım cevap şuydu:'' efendim ne yapalım; Amerikan Büyükelçisi, İsrail Büyükelçisi, Gürcistan Büyükelçisi sizi istemiyorlar, baskı yapıyorlar buna daha fazla dayanamadık… Bende teşekkür edip ayrıldım oradan.

Sonrasında ,tek tek Kanalları gezdim ve en önemli isimlere baş vurdum ama nafile... Şu an; kendi kazandığım parayla Avrasya Televizyonunda programları yapmaya çalışıyoruz.

Su faturaları İngilizce ve Almanca

Güney illerimizde yaşayan yabancıların arasına giriyorum, oralarda onları izliyorum ne oluyor bitiyor diye- inanılmaz! Gizli kilise kurmaktan tutun ,adamların örgütlenmesi inanılmaz şekilde yayılıyorlar. Hepsi bir aradalar ve bir anda ayağa kalkıyorlar. Alanya, Fethiye, Didim böyle. Öyle bir taktik çalışma yapıyorlar ki, öyle bir baskı var ki ;artik İngilizce ve Almanca yayınlanıyor Türkiye’deki su faturaları.

Nolur bunlardan biraz örnek alalım. İnanılmaz bir örgütlenmeyi becerebilen bir insan gurubuyla karşı karşıyayız ve bu insan grubunun zekası bizden geri. Batılılar Türklerin zeka seviyesine çıkamazlar!

Kafamızı batıcılık denen bu kanserden kurtarmalıyız!

Batı yaşayabilmek için doğuya elini atmak zorunda!

10 Sene sonra Batı tamamen bitik olacak!

Muhasir medeniyet devamlı değişiyor ve bu artık Batı değil!

Batı bitmiş durumda!

At gözlüğü takıyorlar, neresi medeni bunların?

İsmet İnönü’nün Kültür danışmanı Nurullah Ataç’tı ve bu adam Atatürk'ün ölümünden sonra şunu diyebildi:

''Bizim devrim dediğimiz hareketin amacı; bu ülkeyi batı ülkelerine benzetmektir.

Biz görüyoruz eksiğimizi efendim Yunanca öğrenmedik, Latince öğrenmedik, Avrupalıların eğitiminden geçmedik onun için, ne kadar uğraşsak Avrupalı gibi olamıyoruz.'' Komplekse bakın!

Gençleri hür edebiyatıni öğreterek kurtarabiliriz. Halk musikisini sevenler uygarliğa düşmandır diyor

Nurullah Ataç. Bu laubalilikten vazgeçilmeliymiş. Alaturka dinlemeyecekmişiz ,çünkü Avrupalı olamayız sonra! Buna insanları inandırmaya çalıştılar ve beyin yıkadılar.



Aramıza; Almancıklar, Amerikalıcıklar, İngilizcikler var...

Kendini Alman, Amerikalı, İngiliz, Fransız zanneden bir takım zavallı yaratıklarla karşılaşıyoruz.

Eğer Atatürkçüysek; Mason cemaatlerinden, Fetullah cemaatlerinden, tarikatlardan ve Batıcılık illetinden uzak duracağız.

Bu Millet; çok ilginç bir Millettir ve çok fena tokat atar!

Anında ama son noktada!

Yumurta kapıya gelecek!

Değişik bir Milletiz, böyle bir millet dünya yüzünde yok.

Biz birbirimizin değerini bilelim.

Kompleksli insanlar var etrafımızda...

Batının içimize yerleştirdiği kompleksli Türkiye’den nefret eden insanlarla dolu içimiz.

Biz çok yakında çok değişik durumlar göreceğiz!

Size bakınca ;kökü dışarda olan çiçekleri hatırlıyorum... İnşallah hepiniz kendi topraklarınıza dönersiniz... Sizleri dışarlara, özellikle çalışan işçi olarak gelenleri, dışarlara gönderirken geri dönüşlerini hiç düşünmediler... İnşallah bir gün hepimiz aynı ülkenin sınırları içinde, beraber bir bütün ve bütün o ülkenin zenginlikleriyle rahat rahat yaşarız diye düşünüyorum.

Türkiye ayaklandı!

Türkiye’de inanılmaz bir manzara var!

Medya’da ne kadar hain varsa onları derlediler, topladılar, devşirdiler, para verdiler işte bu gün

ekranlarda gördüğünüz kuklalar boş boş konuşuyorlar, hepsi yalan söylüyor! Hepsi kendi ülkesinden nefret ediyor bir şekilde bu duruma getirdiler ama ne yaparlarsa yapsınlar halk bunlara inanmiyor! Halk inanılmaz sağ duyu sahibi. Bütün şehirlerde herkes sokaklarda. Elinde kopuk bacağıyla Gaziler yürüyor, Şehit aileleri yürüyor. Önlerinde en ufak bir örgütlenme yok ,en ufak bir lider yok. İnanılmaz bir manzara, görseniz ağlamadan bakmanız mümkün değil. Bu halkın genetiğinde bu var. İşte bundan korkuyorlar.

Türkiye nereye gidiyor?

Türkiye iyiye gidiyor!

Şu anda da belirlenmiş adamlar var... Hazırlanıyorlar; bir tanesini söyleyebilirim Tuna Beklevic.

Hatırlarsınız; Tayyip Erdoğan'ın uçağına binmişti. Türkiye küçük millet meclisleri kurmaya çalışıyorlar.Para NDI (Milli Demokrasi Enstitüsü) nden geliyor. Amerika'nın CIA’ye bağlantılı kurumudur. Bunlar vasıtasıyla ve Avrupa Birliğinin çeşitli kurumlarından gelen paralarla, Türkiye’yi bölgelere parçalıyorlar.

Trakya'nın bayrağı bile ayrı, bir bayrak belirlendi. Trakya tamamen ayrı bir bölüm olarak Trakya

Cumhuriyeti olacak çok yakında. Türkiye'yi paramparça etme planları ortalıkta dolaşıyor ama bu halk buna izin vermeyecek! Bunun çalışmaları’da yapılıyor!

Kürt sorunu yoktur!

Kürt sorunu yaratılmak isteniyor!

Malatya’da 8 tane kürt derneği bir araya geldi ,Türk bayrağının önüne geçtiler, biz bunları desteklemiyoruz, biz bu milletin bütünlüğünü istiyoruz biz birlikteyiz dediler, hepsi ayağa kalktılar. Tabii bizim Medya buna yer vermedi ama İnternette kıyamet kopuyor!

Diyarbakır'ın Çınar’ından beni aradılar; 7 tane çocuğum var. Türk bayraği asıyorum, Kafana sıkacağız bu bayrağın altında. 7'sininde kafasına sıkacağız demişler- sıkarsa sıksın hadi bakalım sıkıyor mu dedi ve çocuklarıyla beraber bu bayrağı orada koruyanlar var!

Biz Kürdüyle, Türküyle, Boşnağıyla, Çerkeziyle her birşeyiyle burası Türk demek – Türk bu demek! Bu toprakların içinde beraber Kurtuluş Savaşları verilmiş!

Şu mentalitelerle boğuşmamız gerekecek. Bu çok önemli! Çünkü kendi olamıyor, kendi olamama sebebi; Batı'yı çağdaş zannetmesi, Batı; Orta Çağda yaşıyor, neresi çağdaş bu Batının?

Ben Amerika'da yaşadım uzun zaman. 15 senem İngiltere'de geçti, Fransa'da 3 yıl yaşadım, İsveç'te yaşadım 6 ay.

Ben ciğerini bilirim bunların! Bunlar at gözlüklü insanlardır!

Türkiye iyi bir yere gidecek! Biz Türkiye'yi iyi bir yere götüreceğiz!

İyi duygular vermek için, söylemiyorum bunu. Ben Psikolojik bir operasyonun çok fena halde alıp başını yürüdüğünün duygusundayım: Her şey çok kötü! Türkiye batıyor!

Türkiye asla batmayacak, bu kadarcık şeyle batmaz Türkiye! Nereye batıyor Türkiye? Türkiye'yi halledemediler ve halledemeyecekler! Evet çok kötü bir sürü durumlar var ama olmayacak!

Her geçen gün insanlar örgütleniyorlar! Daha fazla uzun uzun konuşamam...

Hemen yarın bir şey olmayabilir ama öbür gün olacak!

Gideceğimiz yer toplumcu gidişattır. Buraya kadar geldi bu iş. Bir çöküntü yaşandı, doğrudur. Bu oyunun adı batıcılıktır. Bu batıcılık oyununun sayesinde Türkiye bu kadar zayıflatılmıştır. Avrupa birliği diye diye bu salaklık içindeyiz. Bize güveneceğiz önce! İran ve Suriye'ile yakınlaşmak lazım, Rusyayla yakınlaşmak lazım... Avrasya seçeneği çok önemlidir!

Namaz kılacağınıza, bale yapın diyenler var. Zamanında bunlarla çok kavga ettim! Bunu kabul etmek mümkün değildir! Bu “mon cher” kafalarla hiç bir yere varılamaz! Kendiniz gibi olacaksınız. Türk gibi olmak lazım! Birazda siz Milliyetçi olun! Ben TÜRKÜM deyin ve GURUR duyun! Utanmayın! Biz biz olmaktan mutlu olmalıyız!

Banu Avar’a İsviçre’deki Minare krizini sordum. Bakın bu konu hakkında neler söyledi:

Dilimizden, ve dinimizden bizi uzaklaştırmaya çalışıyorlar! Camilere minare konmasın deniliyor. Herkesin bir dini var. Onun kilisesinde falanca şeyini çıkarıcam de, bakın nasıl kıyamet kopuyor. Clintonlar, Obamalar bunlarla ilgileniyor da sen kendi dininle ilgili bir konuda niye ortaya çıkıpta laf etmiyorsun?

Biz Dinimize’de Türklüğümüze’de sahip çıkacağız!

Kendini batılı gören ve batılı demenin ne demek olduğunu bile bilmeyen ama kendini batılı görerek bir takım komplekslerinden sıyrılmayı düşünen bir insan grubu var Türkiye de. Bu küçük bir azınlıktır. Onlar batıya, batıdan çok sahip çıkıyorlar ,Kraldan daha çok kralcılar.

Ben Müslümanım bununla da gurur duyuyorum ve bırakmayacağız bu sahte islamcılara bu işi! Biz dünyanın en son gelen dininin mensuplarıyız!

Bir arkadaşım kısa sure önce Vefat etti. Vefatından once kendisiyle görüşmüştüm. Bana çok önemli bir şey söyledi. Bak dedi, sana kim ki bir katolik olarak bir hıristiyan olarak ben ateim ateim derse sakın inanma! Ben Katolik bir Anne- Babadan doğdum, ölene kadar da katoliğim dedi!

Banu Avar'ın verdiği bu örnek ,her şeyi anlatıyor zaten…

Müslümanlar aşırı dinci diye suçlanıyorlar ama asıl bu suçlamaları yapan insanların içinde daha güçlü bir inanç yatıyor.

Son olarak yazımı, Banu Avar’ın Yurt Dışındaki gençlere seslendiği şu sözle bitirmek istiyorum:

Sevgili kardeşim; seni tuzağa düşürmelerine izin verme! Vereceklerinden çok, alacakları vardır onların. Önce ruhuna el koyarlar, kimliğine, emeğine... Ne kadar iyi köle olursan ol fark etmez. İşlerine yaradığınsürece varsın! İlk işten atılacak olansin ama bu Millet bu Bayrak bu Vatan senin! Bilgin bereketlenecek;emeğin uranyum, altın, petrolle geri dönecek, fabrikaların saat gibi çalışacak ve milletin tok ve mutlu olacaktır! Sen bu yolun yolcusu ol, bil ki gerçek zenginlik, mutluluk ve bereket seni mutlaka bulacaktır.

Bu sözlerle Banu Avar’ın bunca sene bir kez bile dokunulmayan bir yaranın üzerine bastığını hissettim…

Her satırı tek tek boğazıma dizildi…

Gözlerim doldu… Bir an için, kendimi öyle zor tuttum ki. Hiç sırası değil,en önde oturuyorsun, kameralar var, sen buraya haber yapmak için geldin, toparla kendini dedim içimden, hemde defalarca…

Kaynak

Devamı...
Gönderen BabaHoroz on 24 Kasım 2009 Salı

100 yıl önce Balkanlar'da başına gelenlerin neredeyse tıpatıp aynısı bugün Güneydoğu'da karşısında.

Soner Yalçın bugünkü yazısında son günlerin en önemli gündem maddlerinden biri olan Kürt açılımını ele aldı.Yalçın yazısında Osmanlı'nın dağılma döneminde yaşanan olaylarla günümüz Türkiye'sinde yaşanan olaylar arasında paralellik kurarak çeşitli değerlendirmelerde bulundu. İşte Soner Yalçın'ın satırları:

Türkiye dejavu yaşıyor. 100 yıl önce Balkanlar'da başına gelenlerin neredeyse tıpatıp aynısı bugün Güneydoğu'da karşısında. Tek fark, ayrılıkçı çeteler dağdan inerken değil Avrupa'nın baskısıyla cezaevinden çıkarılırken davul-zurnayla karşılanıyor olmasıdır. Üstelik ayrılıkçılar ve karşılama ekibi Türk mahallelerinden geçerek gösteri yapıyorlardı.

ENVER'LER, RESNELİ NİYAZİLER...
İttihat ve Terakki mensubu subayların anı kitapları birbirinden çetin, birbirinden acı sahnelerle doludur.
Hepsi Balkanlar'da ayrılıkçılara karşı mücadele verdi. İttihatçılar zaten komitacılık metotlarını bu gerilla savaşı sürecinde öğrendi. Ve İstanbul'daki Sultan'a karşı aynı yöntemle zafer kazandılar.
Biliyorsunuz ki bu zaferin fitilini, dağa çıkan subaylar ateşledi. Enver'ler, Eyüp Sabri'ler, Resneli Niyazi'ler niye dağa çıkmıştı? Kuşkusuz temel neden sosyo-ekonomikti. Ancak dağa çıkışın "politik psikolojisi" de vardı. İşte bu psikolojik etnik yara, PKK'lıların karşılanma törenleriyle yakından ilgiliydi...

BALKAN OYUNU
Önce biraz geriye gitmemiz gerekiyor...Osmanlı "93 Harbi" adıyla bilinen savaşta Rusya'ya yenilince 3 Mart 1878'de Ayastefanos Antlaşması'nı imzalamak zorunda kaldı. Bu yıkım antlaşmasına göre, Romanya, Sırbistan, Karadağ tam bağımsız oldu; Karadeniz'den Ege Denizi'ne kadar inen koskoca bir Bulgaristan kuruldu. Osmanlılara sözde Bosna-Hersek ve Arnavutluk bırakıldı ama buralarla bir kara bağlantısı yoktu; "Avrupa Türkiye'si" ikiye bölündü. Kısacası Osmanlılar, Balkanlar'dan atılıyordu. Ancak, Rusya'nın Balkanlar'daki nüfuzunu artırması, İngilizleri, Fransızları, Almanları, İtalyanları, Avusturyalıları telaşlandırdı.
Avrupalıların diretmesiyle 13 Temmuz 1878'de Berlin Antlaşması imzalandı. Rusya'nın hâkimiyet alanı daraltıldı; Bulgaristan tekrar küçük bir prensliğe indirildi vs. Tabii bu arada İngilizler, oldubittiyle Akdeniz'in en stratejik adası Kıbrıs'a fiilen el koydular ama ayrıntıya girmeyelim. İşin özü aslında şuydu: Avrupalılar endüstrileşmeyle birlikte dünyayı paylaşım mücadelesine girmiş; fakat "hasta adam" Osmanlı'nın nasıl pay edileceği konusunda bir türlü anlaşamamışlardı. Tabii bu arada bu paylaşım savaşını meşru göstermek için, halkların hoşuna gidecek sözcükleri dillerinden düşürmüyorlardı: İnsan hakları, medeniyet, reform vs. Yani aynı bugünkü gibi...

TERÖR TIRMANIYOR
20'nci yüzyıl başında Balkanlar'daki ayrılıkçı örgütler terörü zirveye çıkardı. Neler yapmadılar ki; Osmanlı Bankası'nı havaya uçurdular; Selanik limanında gemi yaktılar; Vardar köprüsünü tahrip ettiler; birçok insanı kaçırıp fidye aldılar vs...Balkanlar yanıyordu. Örneğin sadece 1903 yılının üç ayında Makedonya'daki terör olaylarında, 5.328 Türk, 6.000 Makedonyalı öldü, 198 ilçe yakılıp yıkıldı, 71 bin kişi evsiz kaldı, 30 bin kişi yurdundan oldu. Mehmetçik yangını söndürebilmek için dört yana koşup duruyordu. Maaşını alamayan, soğukta kendini koruyacak kışlık giysi giyemeyen, hastalıklarla mücadele eden, silahına sürecek mermi bulamayan Mehmetçik o zorlu koşullarda var gücüyle ayrılıkçılara karşı mücadele verdi.
İlk dönemlerde zorlanan ve çok sayıda şehit veren Mehmetçik zamanla gerilla savaşını öğrendi.
Özellikle yeni kurulan Avcı Taburları, tıpkı komitacılar gibi dağlarda yaşayıp, istihbarat toplamaya, iz sürmeye, pusu atmaya başladı. Çete savaşında artık üstünlük Avcı Taburları'ndaydı.

AMA NE OLDU DERSİNİZ?
Avrupa "İnsan hakları ihlalleri var" deyip Balkanlar'da yeni bir güvenlik anlaşması dayattı.
Balkan güvenliğinden sorumlu Makedonya Müfettiş-i Umumisi Hüseyin Hilmi Paşa'nın yanına biri Rus diğeri Avusturyalı iki yardımcı subay verdiler.
Yeni kurulan jandarma biriminin başına ise bir İtalyan general ile 25 yabancı subayı getirdiler. Jandarma okullarının başına da yabancı subaylar atadılar.
Bitmedi... Avusturya Üsküp, İtalya Manastır, Rusya Selanik, Fransa Serez, İngiltere Drama illerinin güvenliğinin sorumluluğunu üstlendi. Böylece 1905 yılında Makedonya, adeta milletlerarası bir memleket görünümü kazandı.

TÜRK MAHALLESİNDEKİ GÖSTERİ
Avrupa'nın istediği güvenlik yapılanmasına rağmen terör bitti mi? Hayır. Üstelik...
Avcı Taburları'nın yakaladığı ayrılıkçı komitacılar yabancı subayların inisiyatifiyle serbest bırakılmaya başlandı. Serbest bırakılmalarının amacını ise hep şöyle açıklıyorlardı: Toplumlar arasında barış sağlamak!
Barış sözcüğünün adı geçince akan sular duruyordu.
"Barışı sağlama" umuduyla cezaevlerinden salıverilenler davul-zurnayla karşılandı. Her salıverilme olayında kutlama yapıldı. Ve bu gösterilere nedense hep Türk mahallelerinin içinden geçilerek başlanıldı.
Ne mesaj vermek istiyorlardı acaba?
Şaka gibi; dün sanki bugün! Yazdım ya dejavu!
Aynı bugün gibi...
Balkanlar'daki Türk köylüsü gibi Türk askeri de bu olup biteni şaşkınlıkla seyretti. Herkes suskundu. Kimse ne yapacağını nasıl davranacağını bilemiyordu.
Acı olaylar yaşanıyordu. Örneğin...
Yabancı subaya selam durmadığı için sokakta herkesin önünde kırbaçlanan Mehmetçik bunu onuruna yediremiyor, tüfeğini ateşliyordu. Gönüllü ölümdü bunun adı. O günlerde idam sehpasına gülümseyerek yürüdü Mehmetçik Halimler...
Ellerinden başka bir şey gelmediğine inanıyorlardı.
Subay direnişi böyle doğdu Balkanlar'da... Avcı Taburları'nda görevli Enver'lerin, Resneli Niyazi'lerin Eyüp Sabri'lerin niye dağa çıktığını sanıyorsunuz siz?
Politik psikoloji bilimi (üstelik kurucusu bir Türk'tür; Prof. Vamık Volkan) bilinmeden bu topraklar anlaşılamaz...

Kaynak

Devamı...
Gönderen BabaHoroz on 30 Ekim 2009 Cuma

Şerefle bitirilmesi gereken en asil görev, Hayattır.
Bir lokma ekmek için , Şerefini çiğnetmeye ;
Bir anlık eğlence için , Servetini tüketmeye ;
Bir zamanlık mevkii için, El ayak öpmeye ;
Günlük menfaatler için , Onurunu terk etmeye ;
Bir kısım insanlara kızıp ,Tüm insanlara düşman olmaya değmez bu hayat !

Devamı...
Gönderen BabaHoroz on 28 Ekim 2009 Çarşamba
0 yorum
categories: , | edit post

Aşağıda okuyacağınız önlemler Dr.Vinay Goyal tarafından herkesin yararlanabilmesi için yayınlanmıştır.

Mikrobun vücuda giriş noktaları yalnızca burun delikleri, ağız ve boğaz

yoluyla olmaktadır.

Çok bulaşıcı bir yapıya sahip olmasından dolayı her

türlü önleme karşı H1N1 virüsüyle temas etmekten kaçınmak veya korunmak

imkânsızdır. H1N1 virüsüyle temas etmek virüsün vücutta çoğalması kadar

önemli değildir.

Sağlığınız yerinde ve H1N1 hastalık belirtileri göstermiyorken virüsün

vücutta üremesini, belirtilerin daha da şiddetlenmesini ve ikincil

enfeksiyonları n gelişmesini önlemek için dikkatimizi N95 veya tamiflu gibi

ilaçları stoklamaya vermek yerine çoğu bildirgelerde bahsedilmeyen bazı çok

basit önlemleri uygulayabiliriz.

1. Ellerin sıklıkla yıkanması ( Bütün bildirgelerde bahsedilmiştir)

2. “Hands-off-the- face” “Ellerinizle yüzünüze dokunmayın” yaklaşımı.

Yemek, banyo ve yara bakımı gibi zorunluluklar dışında yüzünüzün herhangi

bir yerine dokunmaktan kaçınınız.

3. Ilık tuzlu suyla günde iki kere gargara yapınız( tuza güvenmiyorsanı z

listerin kullanınız). H1N1 ‘in boğaz ve burun boşluklarında çoğalıp

enfeksiyona sebep olarak karakteristik belirtileri göstermesi için 2 -3

güne ihtiyacı vardır. Sağlıklı bir kişinin ılık, tuzlu suyla gargara

yapmasının etkisi hastalığa yakalanmış olan bir kişinin tamiflu kullanması

ile aynıdır. Bu basit ucuz fakat güçlü önleyici yöntemi küçümsemeyiniz.

4. Yukarıdaki 3. önleme benzer olarak; Burnunuzun içini en az günde bir kere

ılık tuzlu suyla temizleyiniz. *Günde bir kere burnunuzu sümkürün ve sonra

ılık tuzlu suya batırılmış pamuk tamponlarla silerek temizleyiniz. Bu yolla

burnunuzda bulunak virüs sayısını etkili bir şekilde azaltmış olursunuz.

5. Narenciye suları gibi C vitamin bakımından zengin olan yiyecekler

kullanarak doğal bağışıklığınızı güçlendiriniz. Eğer ilave olarak C vitamin

kullanmak zorunda iseniz emilimi artırmak için mutlaka Çinko ile birlikte

alınız.

6. Bitkisel çaylar, çay, kahve gibi sıcak veya ılık içeceklerden

içebildiğiniz kadar çok içiniz. * Sıcak içecekler içmek gargara yapmakla

aynı etkiye sahiptir fakat ters yöne doğru. Sıcak içecekler virüsleri

yaşamaları mümkün olmayan ortama sahip olan mideye doğru yıkayarak

götürürler. H1 N1 virüsü mide’de çoğalamaz, herhangi bir zarar veremez ve

hayatiyetını devam ettiremez.

Devamı...
Gönderen BabaHoroz on 25 Ekim 2009 Pazar


Ordu Sağlık Müdürü Yılmaz Dündar, normal doğumun yapılabileceği bir durumda sezaryen gibi gereksiz bir karın ameliyatı geçirilmemesi gerektiğini uyarısında bulundu.

Yılmaz Dündar yaptığı açıklamada, anne ve bebek sağlığına büyük önem verdiklerini, sağlıklı annelerden sağlıklı bebekler olacağı göz önünde tutularak hamile kalmadan önce mutlaka hastane ve sağlık ocaklarına başvurulması gerektiğini kaydetti. Hamile kalındığının öğrenilmesinin hemen ardından düzenli gebelik takiplerinin yaptırılması gerektiğini ifade eden Dündar, "Tüm sağlık ocakları, sağlık evlerinde ücretsiz olarak gebe ve bebek takipleri yapılabilmektedir. Anne ve bebek sağlığı açısından bir diğer önemli konu, doğumların hastane şartlarında yapılmasıdır. İlimizde her 100 gebeden 98'i hastanede doğum yapmaktadır. Amacımız tüm doğumların hastanelerde gerçekleşmesidir" dedi.

Anne ve bebek sağlığını olumsuz etkileyen bir faktörde sezaryen ile yapılan doğum oranının yüksek olması olduğunu belirten Dündar, "Normal doğum, doğal ve fizyolojik bir süreçtir. Sezaryen ise, tıbbi gereklilik hallerinde kullanılması gereken bir ameliyattır. Normal doğum sağlıklı bir şekilde yapılabileceği bir durumda normal doğum yapılmalı, anne gereksiz bir karın ameliyatı geçirmemelidir. Annenin doğum sürecindeki ağrılı döneme ilişkin ve endişesi sezaryen isteğini artırmaktadır. Anne adayının günü geldiğinde sancı çekmeye başlaması, bebeğin düş dünyaya uyumunu sağladığının göstergesidir. Bu nedenle tıbbı açıdan gerekmedikçe, sezaryene başvurulmaması doğrudur. Özellikle gebelik dönemi izlenimlerinde, kadının bu endişelerini gidermeye yönelik sağlık çalışanları ve uzman hekimler tarafından danışmalık yapılmalı, gerekirse profesyonel destek verilmelidir" diye konuştu.

Normal doğumda annenin günlük yaşama geçişinin sezaryene göre daha hızlı olduğunu işaret eden Dündar, şöyle konuştu: "Sezaryenden sonra iyileşme süreci daha fazla zaman almaktadır. Normal doğumdan annenin kanama, iltihap, organ doku hasarı, pıhtı oluşumu riski sezaryene göre daha düşüktür. Normal doğum ekonomik açıdan da daha uygundur. Sezaryen ameliyatı çocuğun sağlığını da olumsuz etkileyebilir. Bebeğin olması gerekenden daha önce doğması, çeşitli solunum sistemi problemlerine ameliyat sırasında yaralanmalara hatta bir sonraki gebelikte çeşitli sorunlara yol açabilir. İkinci ve üçüncü gebeliği de engelleyebilir. Hamileliğin başından itibaren doğum şeklini düşünmek doğum stresini artırabilir. Doğum şeklini hamileliğinin son birkaç ayında sizi takip eden ebe ve doktor ile konuşmanız, buna göre vermeniz en uygunu olacaktır. Tıbbı gereklilik yoksa doğal olan ve bebeğin sağlığı için en iyisidir."

İHA

Devamı...
Gönderen BabaHoroz on 19 Ekim 2009 Pazartesi
0 yorum
categories: , | edit post

BAĞIMSIZ TÜRK DEVLETLERİ

MİLLİ MARŞLARI

image00127.jpg

AZERBAYCAN:

Azərbaycan! Azərbaycan!
Ey qəhrəman övladın şanlı Vətəni!
Səndən ötrü can verməyə cümlə hazırız!
Səndən ötrü qan tökməyə cümlə qadiriz!
Üçrəngli bayrağınla məsud yaşa!

Minlərlə can qurban oldu!
Sinən hərbə meydan oldu!
Hüququndan keçən əsgər,
Hərə bir qəhrəman oldu!

Sən olasan gülüstan,
Sənə hər an can qurban!
Sənə min bir məhəbbət
Sinəmdə tutmuş məkan!

Namusunu hifz etməyə,
Bayrağını yüksəltməyə,
Cümlə gənclər müştaqdır!
Şanlı Vətən! Şanlı Vətən!
Azərbaycan! Azərbaycan!

KAZAKİSTAN:

Jaralğan namıstan kaharman halıqpız,
Azattıq jolında jalındap janıppız,
Tağdırdın tezınen, tozaqtın ozınen,
Aman sav qalıppız, aman sav qalıppız.

Erkındık qıranı şarıqta,
Eldıkke şaqırıp tırlıkte,
Alıptın quatı halıqta,
Halıqtın quatı bırlıkte.

Ardaqtap anasın, qurmettep danasın,
Bavurğa basqanbız, barşanın balasın,
Tatulıq, dostıqtın kiyelı besıgı,
Meyirban ulu otan, Qazaqtın dalası.

Erkındık qıranı şarıqta,
Eldıkke şaqırıp tırlıkte,
Alıptın quatı halıqta,
Halıqtın quatı bırlıkte.

Talaydı otkerdık, otkenge salavat,
Keleşek ğajayıp, keleşek ğalamat !
Ar-ojdan, ana tıl, önege saltımız,
Erlıkte, eldıkte urpaqqa amanat !!!

Erkındık qıranı şarıqta,
Eldıkke şaqırıp tırlıkte,
Alıptın quatı halıqta,
Halıqtın quatı bırlıkte.

Türkiye Türkçesi:

Namuslu ve kahraman bir milletiz,
Hürriyet yolunda, kor gibi yanmışız,
Kötü kader ve karanlık günlerden,
Aydınlığa çıkmışız, aydınlığa çıkmışız.

Hürriyet meşalesi ileri,
Uyansın Millet bilinci,
Delikanlılığın gücü halkta,
Halkın gücü ise birlikte.

Anasına ve alimlerine hürmet eden,
Aramıza nice insanları kabul eden,
Dostluk ve yaşama sevincinin beşiği,
Merhametli vatan, ulu Kazak bozkırı.

Hürriyet meşalesi ileri,
Uyansın Millet bilinci,
Delikanlılığın gücü halkta,
Halkın gücü ise birlikte.

Elveda! Karanlık geçmiş ve kötü kadere,
İstikbalimiz parlak ve istikbalimiz açık,
Ar, namus, ana dil ve ahlak bizim yolumuz,
Yiğitlikte, milli birlikte gençlere emanet.

Hürriyet meşalesi ileri,
Uyansın Millet bilinci,
Delikanlılığın gücü halkta,
Halkın gücü ise birlikte.

TÜRKMENİSTAN:

Türkmenbaşyň guran beýik binasy,
Berkarar döwletim, jigerim-janym,
Başlaryň täji sen, diller senasy,
Dünýä dursun, sen dur, Türkmenistanym!

Janym gurban saňa, erkana ýurdum,
Mert pederleň ruhy bardyr köňülde.
Bitarap, garaşsyz topragyň nurdur,
Baýdagyň belentdir dünýäň öňünde.

Türkmenbaşyň guran beýik binasy,
Berkarar döwletim, jigerim-janym,
Başlaryň täji sen, diller senasy,
Dünýä dursun, sen dur, Türkmenistanym!

Gardaşdyr tireler, amandyr iller,
Owal-ahyr birdir biziň ganymyz.
Harasatlar almaz, syndyrmaz siller,
Nesiller döş gerip gorar şanymyz.

Türkmenbaşyň guran beýik binasy,
Berkarar döwletim, jigerim-janym,
Başlaryň täji sen, diller senasy,
Dünýä dursun, sen dur, Türkmenistanym!

Arkamdyr bu daglar, penamdyr düzler,
Ykbalym, namysym, togabym, Watan!
Saňa şek ýetirse, kör bolsun gözler,
Geçmişim, geljegim, dowamym Watan!

KIRGIZİSTAN:

Ak möñgülüü aska zoolor, talaalar,

Elibizdin canı menen barabar.

Sansız kılım Ala-Toosun mekendep,

Saktap keldi bizdin ata-babalar.

Algalay ber, Kırgız el,

Azattıktın ýolunda.

Örkündöy ber, ösö ber,

Öz tagdırıñ koluñda.

Bayırtadan bütköm münöz elime,

Dostoruna dayar dilin berüügö.

Bul ıntımak el birdigin şiretip,

Beykuttuktu beret Kırgız ýerine.

Algalay ber, Kırgız el,

Azattıktın ýolunda.

Örkündöy ber, ösö ber,

Öz tagdırıñ koluñda.

Atkarılıp eldin ümüt, tilegi,

Ýelbiredi erkindiktin ýelegi.

Bizge ýetken ata saltın, murasın,

Iyık saktap urpaktarga bereli.

Algalaý ber, Kırgız el,

Azattıktın ýolunda.

Örkündöy ber, ösö ber,

Öz tagdırıñ koluñda.



ÖZBEKİSTAN:

Serquyosh, hur o’lkam, elga baxt, najot,
Sen o’zing do’stlarga yo’ldosh, mehribon!
Yashnagay to abad ilmu fan, ijod,
Shuhrating porlasin toki bor jahon!

Oltin bu vodiylar - jon O’zbekiston,
Ajdodlar mardona ruhi senga yor!
Ulug’ xalq qudrati jo’sh urgan zamon,
Olamni mahliyo aylagan diyor!

Bag’ri keng o’zbekning o’chmas iymoni,
Erkin, yosh avlodlar senga zo’r qanot!
Istiqlal mash’ali, tinchlik posboni,
Haqsevar, ona yurt, mangu bo’l obod!

Oltin bu vodiylar - jon O’zbekiston,
Ajdodlar mardona ruhi senga yor!
Ulug’ xalq qudrati jo’sh urgan zamon,
Olamni mahliyo aylagan diyor!

DOĞU TÜRKİSTAN KURTULUŞ MARŞI

Qurtulush Marşi (Uygur Türkçesi)

Kurtuluş Marşı (Türkiye Türkçesi)

Qurtulush yolinda sudek aqti biznig qanimiz,
Sen üçün ey yurtimiz bolsun pida janimiz.
Qan kiçip hem jan birip akhir qurtuldurduq sini,
Qelbimizde qutquzushqe bar idi imanimiz.

Yar hem dem boldi biznig himmitimiz sen üçün,
Dunyani sorghan idi ötken ulugh ejdadimiz.
Yurtumuz biz yüz-közigni qan birle pakizliduq,
Emdi hiç kirletmigeymiz çünki Türktur namimiz.

Kurtuluş yolunda su gibi aktı kanımız,
Senin için ey yurdum, olsun feda canımız
Kan dökerek, can vererek, seni kurtardık,
Kalbimizde, kurtuluş için imanımız vardı.

Yar oldu, himmetimiz sana,
Dünyaya hükmetmişti geçmiş ecdadımız.
Yurdum, kanla temizledim seni,
Artık kirletmeyiz, Türk’tür adimiz

Kaynak

Devamı...
Gönderen Tiltombak on 14 Ekim 2009 Çarşamba
0 yorum
categories: | edit post

Herşeyi Yak

Yunusların Mükemmel Gösterisi