100 yıl önce Balkanlar'da başına gelenlerin neredeyse tıpatıp aynısı bugün Güneydoğu'da karşısında.

Soner Yalçın bugünkü yazısında son günlerin en önemli gündem maddlerinden biri olan Kürt açılımını ele aldı.Yalçın yazısında Osmanlı'nın dağılma döneminde yaşanan olaylarla günümüz Türkiye'sinde yaşanan olaylar arasında paralellik kurarak çeşitli değerlendirmelerde bulundu. İşte Soner Yalçın'ın satırları:

Türkiye dejavu yaşıyor. 100 yıl önce Balkanlar'da başına gelenlerin neredeyse tıpatıp aynısı bugün Güneydoğu'da karşısında. Tek fark, ayrılıkçı çeteler dağdan inerken değil Avrupa'nın baskısıyla cezaevinden çıkarılırken davul-zurnayla karşılanıyor olmasıdır. Üstelik ayrılıkçılar ve karşılama ekibi Türk mahallelerinden geçerek gösteri yapıyorlardı.

ENVER'LER, RESNELİ NİYAZİLER...
İttihat ve Terakki mensubu subayların anı kitapları birbirinden çetin, birbirinden acı sahnelerle doludur.
Hepsi Balkanlar'da ayrılıkçılara karşı mücadele verdi. İttihatçılar zaten komitacılık metotlarını bu gerilla savaşı sürecinde öğrendi. Ve İstanbul'daki Sultan'a karşı aynı yöntemle zafer kazandılar.
Biliyorsunuz ki bu zaferin fitilini, dağa çıkan subaylar ateşledi. Enver'ler, Eyüp Sabri'ler, Resneli Niyazi'ler niye dağa çıkmıştı? Kuşkusuz temel neden sosyo-ekonomikti. Ancak dağa çıkışın "politik psikolojisi" de vardı. İşte bu psikolojik etnik yara, PKK'lıların karşılanma törenleriyle yakından ilgiliydi...

BALKAN OYUNU
Önce biraz geriye gitmemiz gerekiyor...Osmanlı "93 Harbi" adıyla bilinen savaşta Rusya'ya yenilince 3 Mart 1878'de Ayastefanos Antlaşması'nı imzalamak zorunda kaldı. Bu yıkım antlaşmasına göre, Romanya, Sırbistan, Karadağ tam bağımsız oldu; Karadeniz'den Ege Denizi'ne kadar inen koskoca bir Bulgaristan kuruldu. Osmanlılara sözde Bosna-Hersek ve Arnavutluk bırakıldı ama buralarla bir kara bağlantısı yoktu; "Avrupa Türkiye'si" ikiye bölündü. Kısacası Osmanlılar, Balkanlar'dan atılıyordu. Ancak, Rusya'nın Balkanlar'daki nüfuzunu artırması, İngilizleri, Fransızları, Almanları, İtalyanları, Avusturyalıları telaşlandırdı.
Avrupalıların diretmesiyle 13 Temmuz 1878'de Berlin Antlaşması imzalandı. Rusya'nın hâkimiyet alanı daraltıldı; Bulgaristan tekrar küçük bir prensliğe indirildi vs. Tabii bu arada İngilizler, oldubittiyle Akdeniz'in en stratejik adası Kıbrıs'a fiilen el koydular ama ayrıntıya girmeyelim. İşin özü aslında şuydu: Avrupalılar endüstrileşmeyle birlikte dünyayı paylaşım mücadelesine girmiş; fakat "hasta adam" Osmanlı'nın nasıl pay edileceği konusunda bir türlü anlaşamamışlardı. Tabii bu arada bu paylaşım savaşını meşru göstermek için, halkların hoşuna gidecek sözcükleri dillerinden düşürmüyorlardı: İnsan hakları, medeniyet, reform vs. Yani aynı bugünkü gibi...

TERÖR TIRMANIYOR
20'nci yüzyıl başında Balkanlar'daki ayrılıkçı örgütler terörü zirveye çıkardı. Neler yapmadılar ki; Osmanlı Bankası'nı havaya uçurdular; Selanik limanında gemi yaktılar; Vardar köprüsünü tahrip ettiler; birçok insanı kaçırıp fidye aldılar vs...Balkanlar yanıyordu. Örneğin sadece 1903 yılının üç ayında Makedonya'daki terör olaylarında, 5.328 Türk, 6.000 Makedonyalı öldü, 198 ilçe yakılıp yıkıldı, 71 bin kişi evsiz kaldı, 30 bin kişi yurdundan oldu. Mehmetçik yangını söndürebilmek için dört yana koşup duruyordu. Maaşını alamayan, soğukta kendini koruyacak kışlık giysi giyemeyen, hastalıklarla mücadele eden, silahına sürecek mermi bulamayan Mehmetçik o zorlu koşullarda var gücüyle ayrılıkçılara karşı mücadele verdi.
İlk dönemlerde zorlanan ve çok sayıda şehit veren Mehmetçik zamanla gerilla savaşını öğrendi.
Özellikle yeni kurulan Avcı Taburları, tıpkı komitacılar gibi dağlarda yaşayıp, istihbarat toplamaya, iz sürmeye, pusu atmaya başladı. Çete savaşında artık üstünlük Avcı Taburları'ndaydı.

AMA NE OLDU DERSİNİZ?
Avrupa "İnsan hakları ihlalleri var" deyip Balkanlar'da yeni bir güvenlik anlaşması dayattı.
Balkan güvenliğinden sorumlu Makedonya Müfettiş-i Umumisi Hüseyin Hilmi Paşa'nın yanına biri Rus diğeri Avusturyalı iki yardımcı subay verdiler.
Yeni kurulan jandarma biriminin başına ise bir İtalyan general ile 25 yabancı subayı getirdiler. Jandarma okullarının başına da yabancı subaylar atadılar.
Bitmedi... Avusturya Üsküp, İtalya Manastır, Rusya Selanik, Fransa Serez, İngiltere Drama illerinin güvenliğinin sorumluluğunu üstlendi. Böylece 1905 yılında Makedonya, adeta milletlerarası bir memleket görünümü kazandı.

TÜRK MAHALLESİNDEKİ GÖSTERİ
Avrupa'nın istediği güvenlik yapılanmasına rağmen terör bitti mi? Hayır. Üstelik...
Avcı Taburları'nın yakaladığı ayrılıkçı komitacılar yabancı subayların inisiyatifiyle serbest bırakılmaya başlandı. Serbest bırakılmalarının amacını ise hep şöyle açıklıyorlardı: Toplumlar arasında barış sağlamak!
Barış sözcüğünün adı geçince akan sular duruyordu.
"Barışı sağlama" umuduyla cezaevlerinden salıverilenler davul-zurnayla karşılandı. Her salıverilme olayında kutlama yapıldı. Ve bu gösterilere nedense hep Türk mahallelerinin içinden geçilerek başlanıldı.
Ne mesaj vermek istiyorlardı acaba?
Şaka gibi; dün sanki bugün! Yazdım ya dejavu!
Aynı bugün gibi...
Balkanlar'daki Türk köylüsü gibi Türk askeri de bu olup biteni şaşkınlıkla seyretti. Herkes suskundu. Kimse ne yapacağını nasıl davranacağını bilemiyordu.
Acı olaylar yaşanıyordu. Örneğin...
Yabancı subaya selam durmadığı için sokakta herkesin önünde kırbaçlanan Mehmetçik bunu onuruna yediremiyor, tüfeğini ateşliyordu. Gönüllü ölümdü bunun adı. O günlerde idam sehpasına gülümseyerek yürüdü Mehmetçik Halimler...
Ellerinden başka bir şey gelmediğine inanıyorlardı.
Subay direnişi böyle doğdu Balkanlar'da... Avcı Taburları'nda görevli Enver'lerin, Resneli Niyazi'lerin Eyüp Sabri'lerin niye dağa çıktığını sanıyorsunuz siz?
Politik psikoloji bilimi (üstelik kurucusu bir Türk'tür; Prof. Vamık Volkan) bilinmeden bu topraklar anlaşılamaz...

Kaynak

Devamı...
Gönderen BabaHoroz on 30 Ekim 2009 Cuma

Şerefle bitirilmesi gereken en asil görev, Hayattır.
Bir lokma ekmek için , Şerefini çiğnetmeye ;
Bir anlık eğlence için , Servetini tüketmeye ;
Bir zamanlık mevkii için, El ayak öpmeye ;
Günlük menfaatler için , Onurunu terk etmeye ;
Bir kısım insanlara kızıp ,Tüm insanlara düşman olmaya değmez bu hayat !

Devamı...
Gönderen BabaHoroz on 28 Ekim 2009 Çarşamba
0 yorum
categories: , | edit post

Aşağıda okuyacağınız önlemler Dr.Vinay Goyal tarafından herkesin yararlanabilmesi için yayınlanmıştır.

Mikrobun vücuda giriş noktaları yalnızca burun delikleri, ağız ve boğaz

yoluyla olmaktadır.

Çok bulaşıcı bir yapıya sahip olmasından dolayı her

türlü önleme karşı H1N1 virüsüyle temas etmekten kaçınmak veya korunmak

imkânsızdır. H1N1 virüsüyle temas etmek virüsün vücutta çoğalması kadar

önemli değildir.

Sağlığınız yerinde ve H1N1 hastalık belirtileri göstermiyorken virüsün

vücutta üremesini, belirtilerin daha da şiddetlenmesini ve ikincil

enfeksiyonları n gelişmesini önlemek için dikkatimizi N95 veya tamiflu gibi

ilaçları stoklamaya vermek yerine çoğu bildirgelerde bahsedilmeyen bazı çok

basit önlemleri uygulayabiliriz.

1. Ellerin sıklıkla yıkanması ( Bütün bildirgelerde bahsedilmiştir)

2. “Hands-off-the- face” “Ellerinizle yüzünüze dokunmayın” yaklaşımı.

Yemek, banyo ve yara bakımı gibi zorunluluklar dışında yüzünüzün herhangi

bir yerine dokunmaktan kaçınınız.

3. Ilık tuzlu suyla günde iki kere gargara yapınız( tuza güvenmiyorsanı z

listerin kullanınız). H1N1 ‘in boğaz ve burun boşluklarında çoğalıp

enfeksiyona sebep olarak karakteristik belirtileri göstermesi için 2 -3

güne ihtiyacı vardır. Sağlıklı bir kişinin ılık, tuzlu suyla gargara

yapmasının etkisi hastalığa yakalanmış olan bir kişinin tamiflu kullanması

ile aynıdır. Bu basit ucuz fakat güçlü önleyici yöntemi küçümsemeyiniz.

4. Yukarıdaki 3. önleme benzer olarak; Burnunuzun içini en az günde bir kere

ılık tuzlu suyla temizleyiniz. *Günde bir kere burnunuzu sümkürün ve sonra

ılık tuzlu suya batırılmış pamuk tamponlarla silerek temizleyiniz. Bu yolla

burnunuzda bulunak virüs sayısını etkili bir şekilde azaltmış olursunuz.

5. Narenciye suları gibi C vitamin bakımından zengin olan yiyecekler

kullanarak doğal bağışıklığınızı güçlendiriniz. Eğer ilave olarak C vitamin

kullanmak zorunda iseniz emilimi artırmak için mutlaka Çinko ile birlikte

alınız.

6. Bitkisel çaylar, çay, kahve gibi sıcak veya ılık içeceklerden

içebildiğiniz kadar çok içiniz. * Sıcak içecekler içmek gargara yapmakla

aynı etkiye sahiptir fakat ters yöne doğru. Sıcak içecekler virüsleri

yaşamaları mümkün olmayan ortama sahip olan mideye doğru yıkayarak

götürürler. H1 N1 virüsü mide’de çoğalamaz, herhangi bir zarar veremez ve

hayatiyetını devam ettiremez.

Devamı...
Gönderen BabaHoroz on 25 Ekim 2009 Pazar


Ordu Sağlık Müdürü Yılmaz Dündar, normal doğumun yapılabileceği bir durumda sezaryen gibi gereksiz bir karın ameliyatı geçirilmemesi gerektiğini uyarısında bulundu.

Yılmaz Dündar yaptığı açıklamada, anne ve bebek sağlığına büyük önem verdiklerini, sağlıklı annelerden sağlıklı bebekler olacağı göz önünde tutularak hamile kalmadan önce mutlaka hastane ve sağlık ocaklarına başvurulması gerektiğini kaydetti. Hamile kalındığının öğrenilmesinin hemen ardından düzenli gebelik takiplerinin yaptırılması gerektiğini ifade eden Dündar, "Tüm sağlık ocakları, sağlık evlerinde ücretsiz olarak gebe ve bebek takipleri yapılabilmektedir. Anne ve bebek sağlığı açısından bir diğer önemli konu, doğumların hastane şartlarında yapılmasıdır. İlimizde her 100 gebeden 98'i hastanede doğum yapmaktadır. Amacımız tüm doğumların hastanelerde gerçekleşmesidir" dedi.

Anne ve bebek sağlığını olumsuz etkileyen bir faktörde sezaryen ile yapılan doğum oranının yüksek olması olduğunu belirten Dündar, "Normal doğum, doğal ve fizyolojik bir süreçtir. Sezaryen ise, tıbbi gereklilik hallerinde kullanılması gereken bir ameliyattır. Normal doğum sağlıklı bir şekilde yapılabileceği bir durumda normal doğum yapılmalı, anne gereksiz bir karın ameliyatı geçirmemelidir. Annenin doğum sürecindeki ağrılı döneme ilişkin ve endişesi sezaryen isteğini artırmaktadır. Anne adayının günü geldiğinde sancı çekmeye başlaması, bebeğin düş dünyaya uyumunu sağladığının göstergesidir. Bu nedenle tıbbı açıdan gerekmedikçe, sezaryene başvurulmaması doğrudur. Özellikle gebelik dönemi izlenimlerinde, kadının bu endişelerini gidermeye yönelik sağlık çalışanları ve uzman hekimler tarafından danışmalık yapılmalı, gerekirse profesyonel destek verilmelidir" diye konuştu.

Normal doğumda annenin günlük yaşama geçişinin sezaryene göre daha hızlı olduğunu işaret eden Dündar, şöyle konuştu: "Sezaryenden sonra iyileşme süreci daha fazla zaman almaktadır. Normal doğumdan annenin kanama, iltihap, organ doku hasarı, pıhtı oluşumu riski sezaryene göre daha düşüktür. Normal doğum ekonomik açıdan da daha uygundur. Sezaryen ameliyatı çocuğun sağlığını da olumsuz etkileyebilir. Bebeğin olması gerekenden daha önce doğması, çeşitli solunum sistemi problemlerine ameliyat sırasında yaralanmalara hatta bir sonraki gebelikte çeşitli sorunlara yol açabilir. İkinci ve üçüncü gebeliği de engelleyebilir. Hamileliğin başından itibaren doğum şeklini düşünmek doğum stresini artırabilir. Doğum şeklini hamileliğinin son birkaç ayında sizi takip eden ebe ve doktor ile konuşmanız, buna göre vermeniz en uygunu olacaktır. Tıbbı gereklilik yoksa doğal olan ve bebeğin sağlığı için en iyisidir."

İHA

Devamı...
Gönderen BabaHoroz on 19 Ekim 2009 Pazartesi
0 yorum
categories: , | edit post

BAĞIMSIZ TÜRK DEVLETLERİ

MİLLİ MARŞLARI

image00127.jpg

AZERBAYCAN:

Azərbaycan! Azərbaycan!
Ey qəhrəman övladın şanlı Vətəni!
Səndən ötrü can verməyə cümlə hazırız!
Səndən ötrü qan tökməyə cümlə qadiriz!
Üçrəngli bayrağınla məsud yaşa!

Minlərlə can qurban oldu!
Sinən hərbə meydan oldu!
Hüququndan keçən əsgər,
Hərə bir qəhrəman oldu!

Sən olasan gülüstan,
Sənə hər an can qurban!
Sənə min bir məhəbbət
Sinəmdə tutmuş məkan!

Namusunu hifz etməyə,
Bayrağını yüksəltməyə,
Cümlə gənclər müştaqdır!
Şanlı Vətən! Şanlı Vətən!
Azərbaycan! Azərbaycan!

KAZAKİSTAN:

Jaralğan namıstan kaharman halıqpız,
Azattıq jolında jalındap janıppız,
Tağdırdın tezınen, tozaqtın ozınen,
Aman sav qalıppız, aman sav qalıppız.

Erkındık qıranı şarıqta,
Eldıkke şaqırıp tırlıkte,
Alıptın quatı halıqta,
Halıqtın quatı bırlıkte.

Ardaqtap anasın, qurmettep danasın,
Bavurğa basqanbız, barşanın balasın,
Tatulıq, dostıqtın kiyelı besıgı,
Meyirban ulu otan, Qazaqtın dalası.

Erkındık qıranı şarıqta,
Eldıkke şaqırıp tırlıkte,
Alıptın quatı halıqta,
Halıqtın quatı bırlıkte.

Talaydı otkerdık, otkenge salavat,
Keleşek ğajayıp, keleşek ğalamat !
Ar-ojdan, ana tıl, önege saltımız,
Erlıkte, eldıkte urpaqqa amanat !!!

Erkındık qıranı şarıqta,
Eldıkke şaqırıp tırlıkte,
Alıptın quatı halıqta,
Halıqtın quatı bırlıkte.

Türkiye Türkçesi:

Namuslu ve kahraman bir milletiz,
Hürriyet yolunda, kor gibi yanmışız,
Kötü kader ve karanlık günlerden,
Aydınlığa çıkmışız, aydınlığa çıkmışız.

Hürriyet meşalesi ileri,
Uyansın Millet bilinci,
Delikanlılığın gücü halkta,
Halkın gücü ise birlikte.

Anasına ve alimlerine hürmet eden,
Aramıza nice insanları kabul eden,
Dostluk ve yaşama sevincinin beşiği,
Merhametli vatan, ulu Kazak bozkırı.

Hürriyet meşalesi ileri,
Uyansın Millet bilinci,
Delikanlılığın gücü halkta,
Halkın gücü ise birlikte.

Elveda! Karanlık geçmiş ve kötü kadere,
İstikbalimiz parlak ve istikbalimiz açık,
Ar, namus, ana dil ve ahlak bizim yolumuz,
Yiğitlikte, milli birlikte gençlere emanet.

Hürriyet meşalesi ileri,
Uyansın Millet bilinci,
Delikanlılığın gücü halkta,
Halkın gücü ise birlikte.

TÜRKMENİSTAN:

Türkmenbaşyň guran beýik binasy,
Berkarar döwletim, jigerim-janym,
Başlaryň täji sen, diller senasy,
Dünýä dursun, sen dur, Türkmenistanym!

Janym gurban saňa, erkana ýurdum,
Mert pederleň ruhy bardyr köňülde.
Bitarap, garaşsyz topragyň nurdur,
Baýdagyň belentdir dünýäň öňünde.

Türkmenbaşyň guran beýik binasy,
Berkarar döwletim, jigerim-janym,
Başlaryň täji sen, diller senasy,
Dünýä dursun, sen dur, Türkmenistanym!

Gardaşdyr tireler, amandyr iller,
Owal-ahyr birdir biziň ganymyz.
Harasatlar almaz, syndyrmaz siller,
Nesiller döş gerip gorar şanymyz.

Türkmenbaşyň guran beýik binasy,
Berkarar döwletim, jigerim-janym,
Başlaryň täji sen, diller senasy,
Dünýä dursun, sen dur, Türkmenistanym!

Arkamdyr bu daglar, penamdyr düzler,
Ykbalym, namysym, togabym, Watan!
Saňa şek ýetirse, kör bolsun gözler,
Geçmişim, geljegim, dowamym Watan!

KIRGIZİSTAN:

Ak möñgülüü aska zoolor, talaalar,

Elibizdin canı menen barabar.

Sansız kılım Ala-Toosun mekendep,

Saktap keldi bizdin ata-babalar.

Algalay ber, Kırgız el,

Azattıktın ýolunda.

Örkündöy ber, ösö ber,

Öz tagdırıñ koluñda.

Bayırtadan bütköm münöz elime,

Dostoruna dayar dilin berüügö.

Bul ıntımak el birdigin şiretip,

Beykuttuktu beret Kırgız ýerine.

Algalay ber, Kırgız el,

Azattıktın ýolunda.

Örkündöy ber, ösö ber,

Öz tagdırıñ koluñda.

Atkarılıp eldin ümüt, tilegi,

Ýelbiredi erkindiktin ýelegi.

Bizge ýetken ata saltın, murasın,

Iyık saktap urpaktarga bereli.

Algalaý ber, Kırgız el,

Azattıktın ýolunda.

Örkündöy ber, ösö ber,

Öz tagdırıñ koluñda.



ÖZBEKİSTAN:

Serquyosh, hur o’lkam, elga baxt, najot,
Sen o’zing do’stlarga yo’ldosh, mehribon!
Yashnagay to abad ilmu fan, ijod,
Shuhrating porlasin toki bor jahon!

Oltin bu vodiylar - jon O’zbekiston,
Ajdodlar mardona ruhi senga yor!
Ulug’ xalq qudrati jo’sh urgan zamon,
Olamni mahliyo aylagan diyor!

Bag’ri keng o’zbekning o’chmas iymoni,
Erkin, yosh avlodlar senga zo’r qanot!
Istiqlal mash’ali, tinchlik posboni,
Haqsevar, ona yurt, mangu bo’l obod!

Oltin bu vodiylar - jon O’zbekiston,
Ajdodlar mardona ruhi senga yor!
Ulug’ xalq qudrati jo’sh urgan zamon,
Olamni mahliyo aylagan diyor!

DOĞU TÜRKİSTAN KURTULUŞ MARŞI

Qurtulush Marşi (Uygur Türkçesi)

Kurtuluş Marşı (Türkiye Türkçesi)

Qurtulush yolinda sudek aqti biznig qanimiz,
Sen üçün ey yurtimiz bolsun pida janimiz.
Qan kiçip hem jan birip akhir qurtuldurduq sini,
Qelbimizde qutquzushqe bar idi imanimiz.

Yar hem dem boldi biznig himmitimiz sen üçün,
Dunyani sorghan idi ötken ulugh ejdadimiz.
Yurtumuz biz yüz-közigni qan birle pakizliduq,
Emdi hiç kirletmigeymiz çünki Türktur namimiz.

Kurtuluş yolunda su gibi aktı kanımız,
Senin için ey yurdum, olsun feda canımız
Kan dökerek, can vererek, seni kurtardık,
Kalbimizde, kurtuluş için imanımız vardı.

Yar oldu, himmetimiz sana,
Dünyaya hükmetmişti geçmiş ecdadımız.
Yurdum, kanla temizledim seni,
Artık kirletmeyiz, Türk’tür adimiz

Kaynak

Devamı...
Gönderen Tiltombak on 14 Ekim 2009 Çarşamba
0 yorum
categories: | edit post



Kıyamet günü sandığımızdan daha mı yakın? Bilimkurgu, dünyanın saldırıya uğradığını söylüyor. Meteorlar, katil bakteriler veya bilgisayarların isyanı...Bu kıyamet senaryoları gerçek olabilir mi? Fırtınalar, seller, kuraklık, ani hava değişimleri gittikçe yaygınlaşıp sıradan olaylara dönüşüyor. Küresel ısınma ile iklimleri altüst eden insanoğlu dünyanın sonunu mu getiriyor?

Farklı bir yakıt türü, uzun vadedeki felaketleri önlemek için bir çözüm sağlayabilir mi? Mutasyona uğrayan ölümcül mikroplar insanoğlunun katili olabilir mi? Bir diğer tehdit ise uzayın derinliklerinden gelip bizi vurabilecek olan asteroitler. Kıyamet kehanetçilerine göre ise insanoğlunun sonunu getirecek tehdit, kendi yarattığı akıllı makineler olacak. İnsanoğlu gerek doğal gerekse yapay tehlikelerin gölgesinde yaşamayı sürdürüyor. Bilim bize yardım elini uzatıyor. Acaba o eli zamanında tutabilecek miyiz?

Devamı...
Gönderen BabaHoroz on 13 Ekim 2009 Salı
0 yorum
categories: | edit post

*Tuzlu Su Mucizesi:*

Denize girdikten sonraki dinlenmişlik ve arınmışlık halini hepimiz biliriz. Havuza girdiğimizde ise bunu hissetmeyiz. Sebebi sudaki tuzdur. Tuzlu su bedende birikmiş negatif elektriği iletkenliği sayesinde sizden alır götürür.

Sizler de akşam eve geldiğinizde bütün günün üzerinizde bıraktığı ağır etkiler ve stresten kurtulmak için yada toplantı, sınav gibi üzerinizde gerilim yaratan durumlardan önce ellerinizi bir miktar (1 litre suya iki çorba kaşığı tuz yeterli) tuzlu suyla yıkadığınızda bu birikmiş olan negatif elektrikten kurtulur ve arınırsınız. Benim uyguladığım yöntem, her akşam eve geldiğimde ellerimi sabunlamadan önce, ellerimi, banyomda lavabo başında hazırlayıp bıraktığım bir miktar tuzlu su ile yıkamak oluyor. Belirtmeliyim ki reiki ve şifa ile uğraşan dostlarım da seans öncesi ve sonrası bunu uygulamaları kendilerini ve uygulatıcıyı korumada büyük yarar sağlıyor. Duş alırken de arada tuzlu suyu başınızdan aşağıya dökerseniz tam ve net sonuçlar alırsınız. İş dönüşü ayaklarınızı tuzlu suyla yıkamak tahmin ettiğinizin ötesinde bir yarar sağlar.


*Kulak Masajı:*

Kulak, ceninin ana rahmindeki duruşunun şematik olarak aynısıdır. Ve tüm akupunktur noktaları kulak üzerinde bu esasa göre yer almıştır. Şimdii... başınız, boynunuz, beliniz, sırtınız, bacaklarınız, kalçanız, ayaklarınız, omzunuz ağrıdığında yapacağınız tek şey kulaklarınıza masaj yapmak.

Kulağınızı baş ve işaret parmaklarınızın arsına alarak kulak kepçesinden başlayarak, dayanabildiğiniz kadar güçlü ve sıkarak masaj yapın. İlk anda bazı noktalar acıyacaktır (bunlar bedendeki ağrıyan bölgelerin kulaktaki refleks noktalarıdır). Kısa bir süre sonra bu ağrılar kaybolacaktır. 2-3 dakika bu masajı yapmanız yeterli olur. İsterseniz uzatabilirsiniz de. Zaten masajın sonuna doğru bedeninize bir sıcaklıklığın yayıldığını hissedeceksiniz. Bunun ardından ağrılarınızın azaldığını ve kaybolduğunu da... Hiç bir yan etkisi olmayan bu uygulamayı herzaman her yerde kendinize ve ağrısı olan yakınlarınıza uygulayabilirsiniz. Yorulduğunuzda, uzun otobüs ya da araba yolculuklarında oturmaktan ağrılara maruz kaldığınızda, çok üşüdüğünüzde ve bedeninizi dengeye kavuşturmak için mucize benzeri bu uygulamayı kullanabilirsiniz,
- Dört tane ağrı kesici aldım. Hala ağrıyor,
diyerek baş ağrısından kıvranan taksi şöförünün ona yaptığım iki dakikalık kulak masajının ardından yaşadığı mutlu şaşkınlıkla benden ücret almadan teşekkürlerle uğurladığını hala hatırlıyorum. Önemli olan kulağın her noktasına dokunun. Kulağınız size hemen yanıt verecektir. Kulaklar bedeni hisseder, görür ve duyar. Siz de şefkatli ellerinizi esirgemeyin.


*Vizyon Çalışması:*

Gözlerinizi kapatın yada kapatmayın fark etmez. Çeşitli görüntülerle kendinizi temizlediğinizi, müsbet enerjilerle dolduğunuzu düşleyin. Beyin hayal gücüyle gerçeği ayırd etmez. Bunlara tepki verir. Tıpkı kabuslardan nefes nefese yada ağlayarak uyanmamız gibi. Ben bu vizyonlarda kendimi tropik bir adada ağaçların çevrelediği, dibi görünen berrak bir suya sahip olan güvenli bir göle daldığımı düşünürüm. Suyun içinde yüzdüğümü ferahlatıcı hissi olan suyu teneffüs ettiğimi ve bu suyun bütün hücrelerimin içinden geçtiğini ve geçerken bedenimdeki bütün kirliliği, tortuları ve negatif birikintileri alıp götürdüğünü düşlerim. Temizlendiğimi ve arındığımı hissederim. Siz de kendinize ait vizyonlarınızı oluşturun. Kural yok, belli şekiller yok, özgürsünüz. Bilin ki bedeniniz ve beyniniz buna tepki verecektir. Bunu sıklıkla yapın ve inanın.

Problemlerinize odaklanmak yerine içinizdeki o muazzam şifaya odaklanın. Sizi her an yakalanabileceğiniz amansız hastalıklardan koruyan tıbbın çare bulamadığı kadar güçlü ve karmaşık hastalıklardan daha güçlü olduğu için sizi koruyan şifayı düşünün. Ve ona teşekkür edin.

Devamı...
Gönderen Tiltombak on 10 Ekim 2009 Cumartesi

http://www.procreo.jp/labo/flower_garden.swf

Üstteki linke tıklayıp,açılan sayfada istediğiniz yere mausunuzla tıklatın ve basılı tutun.


http://svt.se/hogafflahage/hogafflaHage_...stekor.swf

Atların üzerine tıklatıp, tekrarlayın.Kulaklarınızın pası silinsin Smile


Aşağıdaki linke tıkladıktan sonra, Türkçe karakter kullanmadan "İsminizi" yazın sürpriz sizi bekliyor.

http://www.star28.net/snow.html

Devamı...
Gönderen Tiltombak on

Günün adamı olmaya çalışma,hakikatin adamı olmaya çalış... Çünkü gün değişir, Hakikat değişmez...


“Sormaz” ki bilsin! “Sorarsa” bilir!

“Bilmez” ki sorsun! “Bilirse” sorar!



[Andre Gide]




Devamı...
Gönderen Tiltombak on
0 yorum
categories: | edit post

Kız Kumu Efsanesi (Marmaris)

[Resim: kzkumu2jmee3ty4.jpg]
Eski zamanlarda civarın kralının kızı ile
bir balıkçı birbirlerine aşık olmuş.
Ancak, kral kızı balıkçıya varamaz...
Hal böyle olunca,
kız ile delikanlı gizli gizli
buluşuyorlar tabii...
Kral baba bunu zaman içerisinde öğreniyor
ve bir gece takip ettiriyor kızını...
Diyorlar ki; balıkçı denizden geliyor, kız
kumsalda onu bekliyor,
bulunduğu yeri ışıkla işaret ediyor
delikanlıya...
Ve kral kızı ile delikanlı, gün ağarana
kadar aşk oyunları yapıyorlar birbirlerine...
Kral bir gece askerlerine kızını
yakalamalarını ve kumsalda ışıkla balıkçıya
işaret göndermelerini buyuruyor. Delikanlı
ışığı görünce atlıyor kayığına
ve kürek çekiyor bir manga askerin üzerine
doğru...
Kız askerlerin elinden kurtuluyor ve
koşmaya başlıyor sevdiğini
kurtarabilmek için ama koyun taaa öbür
ucuna yetişmesi imkansız...
Ama sevda bu; kural falan dinlemez, atıyor
kendini sulara...
İşte o anda bir mucize gerçekleşiyor!
Kızın adım attığı her yer kumsala
dönüşürken peşinden koşan askerler
bastıkça denize gömülüyor onca ağırlıkla...
Kız kayığa kadar koşabiliyor...
Ancak bir okçu tam o anda delikanlıyı
hedefleyip salıyor okunu... Heyhat!
Kız ile delikanlı birbirlerine
sarılmışlardır bile ve ok gelip kızla
buluşuyor...
Derler ki; o kumlar, kızın kanı denize
karışınca kırmızıya boyanmış...
Delikanlı ise aldığı gibi gidiyor kızı,
sonrasını ne gören var ne duyan!...

Devamı...
Gönderen Tiltombak on
0 yorum
categories: | edit post

SANMA Kİ DERT SADECE SENDE VAR..

SENDEKİ DERDİ NİMET SAYANLAR DA VAR..

[Resim: 15rz2pk.jpg]
[Resim: 2ngwjur.jpg]
[Resim: zl3ymd.jpg]
[Resim: 2ihnnm8.jpg]
[Resim: 2cny5ow.jpg]

demek ki neymiş :
derdimi dinledim, derdimden iğrendim...
onun derdini gördüm, derdime imrendim...
Ömür Dediğin Üç Gündür,
Dün Geldi Geçti, Yarın Meçhuldür,
O Halde Ömür Dediğin Bir Gündür,
O Da Bugündür...

Devamı...
Gönderen Tiltombak on

1- MAYA KEHANETİ

Bu konuyu yazarken amacımız insanları korkutmak ve karamsarlığa sürüklemek değil, şuan pekçok bilim adamının kafasını meşgul eden bir konuyla ilgili sizlerinde haberdar olmanızı sağlamaktır. Felaket tellallığından öte, eğer bir felaket gerçekleşecekse, buna hazırlıklı olmak amaçtır. Çünkü, medeniyetimizi devam ettirmek her türlü amacın üzerindedir. Bireysel düşünmeyi bir kenara bırakıp, toplum olarak ortak değerlerimizi ön plana taşımalıyız. Bu illa bir felaket olacak diye değil, yaşam kalitemizi arttırmak ve gerçekten "torunlarımıza" yaşanabilir bir medeniyet bırakmak içinde gerekli.
Bu noktadan hareketle neden 2012 sorusunun cevabını ele alalım.Aslında tam olarak 21 Aralık 2012 (veya bazılarına göre 22 Aralık) tarihi ve sonrası olarak ifade edilen fenomenin çıkış noktası eski bir Güney Amerika medeniyeti olan Maya'ların kullandığı takvim sistemidir. Özellikle 1990'lardan sonra gelişim gösteren bu konu hakkında en ciddi araştırmalardan birini Amerikalı araştırmacı John Major Jenkins yapmış ve bunu 1997 yılında yayınladığı "Maya Cosmogenesis 2012" isimli kitapta ortaya koymuştu. Şimdi ayrıntılarıyla inceleyelim.

1- Maya Takvimi
Mayalar şaşırtıcı bir astronomi bilgisine sahip bir medeniyetti. Sadece Güneş, Ay ve Mars gibi bugün amatör gözlemcilerin dahi gözlemleyebildiği yakın cisimlerle değil, neredeyse bütün uzak yıldızları, yıldız gruplarını ve bunların hareketlerini gözlemlemişlerdi. Hatta bu gözlemleri sayesinde bir yılı bizim bugün süper bilgisayarlarla hesapladığımız süreden milyonda bir hata payı ile hesaplamışlardı. Zamanı ölçmede hassas hesaplara ulaşmak için döngülerden ve iki ayrı takvimden yararlanmışlardı. Bunların ilki, “kutsal takvim” olarak bilinen ve 20’şer günlük 13 aydan oluşan “Tzolkin” (Gün Sayımı) denen döngüdür. Bu döngü, 13 rakam ve 20 ismin oluşturduğu kombinasyonları içerir ve 260 günlük sürecin bitiş günü “13 Ahau”dur. “Haab” adını taşıyan bir ikinci takvim, bugün bizim kullandığımız güneş takviminin çok benzeridir ve yine 20’şer günlük 18 aydan oluşur. “Uinal” olarak adlandırılan bu 20 günlük ayların toplamı 360 gün yapar ve Maya zaman ölçümünde buna “tun” adı verilir. Normal güneş yılı için gerekli olan 5 artık gün, 5 tanrının adıyla “tun”a eklenir (aynı Mısır ve Sümer’de olduğu gibi!) Her iki döngünün gün sayıları ancak 52 güneş yılı sonra eşitlenir. Tzolkin ile Haab’ın bitişleri aynı güne denk gelir yani, Tzolkin’e göre 13 Ahau gününde, Haab da sona ermiştir. Ve diğer döngüleri şu şekildedir:

GÜN SAYISI İSMİ
1 Kin

20 Uinal

360 Tun

7200 Katun

144000 Baktun

İşte Mayaların efsanevi “Long Count” yani “Uzun Sayım” dedikleri süreç, 13 Baktun’a eşittir (1.872.000 gün = 5125,36 güneş yılı) Maya tarihinde “başlangıcı” olarak belirlenmiş noktayı bilmezsek, yukarıdaki hesabı yapamayız. Bizim takvim sistemimize göre bu an, İsa’nın doğduğu varsayılan yıldır. Gregoryen takvimimizde biz bu yılı “0” olarak kabul eder ve öncesini, sonrasını buna göre hesaplarız. Mayalarda da bu tarihin başlangıcı 0.0.0.0.0 günü olmalıdır; yani herşeyin başlangıç noktası Arkeolojik bulgular ve Karbon-14 yöntemi yardımıyla yapım tarihi bizim takvimimize göre büyük bir kesinlikle belirlenen birkaç tapınakta (İzapa, Chichen Itza ve Monte Alban’da) Maya rahiplerinin, yapılış tarihini belgeleyen Uzun Sayım tarihleri de bulunmuş ve yanılma payıyla birlikte Milattan Önce 11 Ağustos 3114 tarihi 0.0.0.0.0 noktası olarak tespit eidlmiştir. Ve buna göre 13.0.0.0.0 tarihi 21 Aralık 2012 gününe denk gelmektedir.

ÖRNEK
“11 . 2 . 5 . 1 . 4 ”
“11 baktun, 2 katun, 5 tun, 1 uinal ve 4 kin”
--------------------------------------------------------------------------------
11 x 144.000 + 2 x 7200 + 5 x 360 + 1 x 20 + 4 = 1600224
--------------------------------------------------------------------------------
1 Güneş yılı = 365,242
1600224 / 365,242 = 4381,27
--------------------------------------------------------------------------------
“11 . 2 . 5 . 1 . 4 ”
4381,27 YIL EDİYOR.
--------------------------------------------------------------------------------

2- O günün özelliği nedir?

Maya takviminin 21 Aralık 2012'de bitmesinde ne var diye soruyor olabilirsiniz. Aslında bu tarih tespit edildikten sonra araştırmacılarında kafasına takılan soru buydu. Ve ilk akla gelende, astronomide bu kadar ileri bir toplumun bu tarihide bir astronomik oluşumla ilişkilendirmiş olma olasılığıydı. Bu yönde yapılan araştırmalar bu fikrin doğru olduğunu ortaya koydu.

Bilindiği gibi 21 Aralık tarihi yılın en kısa günüdür. John Major Jenkins, 21 Aralık 2012’de gökyüzünde oluşan astronomik konumların, oldukça sıradışı birleşmelere işaret ediyor. Bunların en önemlisi, gezegenlerin ve Ay’ın üzerinde hareket ettiği, “Ekliptik” olarak adlandırdığımız “tutulum çemberi”nin, tam 21 Aralık günü Samanyolu’nun dünyadan görülen ekvatoral çizgisiyle kesişmesi. Bu kesişmenin, modern astronomik ölçümlere göre "galaksimizin merkezi” olduğu belirlenen noktada (süper karadeliklerden biri olduğu düşünülüyor.) gerçekleşmesi, bu tarihi daha da ilginç kılıyor. Ama daha ilginci, 21 Aralık günü Güneş’in de tam “gündönümü” sırasında bu noktayla aynı hizaya gelmesi. Astronomik deyişle “Gündönümü Güneşi”, Ekliptik ile Samanyolu kuşağının “galaksi merkezi” olduğu belirlenen noktayla aynı hizada kesiştiği koordinata yerleşiyor. Bu birleşim, Mayalara göre, “Güneşler” olarak adlandırdıkları devrelerin beşincisinin noktalandığı anı belirlemekte.Maya kozmogonisine göre, dünyanın geçmişi, 13 Baktun’luk (aşağı yukarı 5125 yıl) devrelerden oluşur ve bunların her birinin bitimi, dünya için radikal değişimler ve büyük yenilikler içerir. İçinde bulunduğumuz devre, Mayalara göre beşinci ve son devredir ve 13.0.0.0.0 tarihinde son bulacaktır. Bizim takvimimize göre sözü edilen bu tarih, 21 Aralık 2012’ye denk gelmektedir.

Mayaların bugüne ilişkin öngörüleri,efsaneleri veya kehanetleri ise gerçekten çarpıcı. Buna geçmeden önce bir bilgiyi daha vermek gerekli. İçinde bulunduğumuz galaksi milyonlarca yıldıza sahip olmasına rağmen, galaksimizin merkezi olarak gösterilen nokta yıldız miktarının gayet seyrek olduğu bir nokta. Yaklaşık 25,800 yılda toplam 4 kere (dünyanın presession süresi) galaksi merkezimizle,

1- " A door into the heart of space and time will open" , Zamanın ve uzayın kalbindeki kapı açılacak

2- " The cosmos will be reborn or recreated " , Evren yeniden doğacak, yeniden yaratılacak

3- " We will reach the Zero Point of the process - a moment of collective spiritual birth " , Döngünün sıfır noktasına erişeceğiz, toplu ruhsal doğuş anı

4- “…our basic orientations will be inverted. On the level of human civilization, our basic assumptions and foundation values will be exposed, and we will have the opportunity to embrace values long since driven under the surface of our collective consciousness”

Bizim basit doğamız ters yüz olacak.

Aslında tek önemli tarih 21 Aralık değil 2012 yılı için. Mayaların astronomi birikimlerinde , Boğa takımyıldızındaki Pleiades grubunun ayrı bir önemi var. G Bu yıldız grubunun gökyüzünün tepe noktasından (“Zenith” noktası) geçişi, Mayalar için önemli bir olaydı ve genellikle Tzolkin ile Haab’ın son günlerinin çakıştığı 52 yıllık dönemin sonunda yaşandığı için de fazlasıyla önemsenirdi. Monte Alban’dan İzapa’ya dek birçok kentte, gökyüzünün tepe noktasını gözlemlemek için hizalanmış şaftlara sahip yapılar bulunmuştur. Bu gözlem noktalarında başını yukarı kaldırıp belli bir anda daracık şafttan gökyüzüne bakan gözlemci, yalnızca Zenith noktasını görürdü. Meksika’nın güneyinde, İzapa’nın bulunduğu paralel üzerinde Güneş – Pleiades buluşması, presesyon etkisinden bağımsız olarak her yıl, ilkbahar ekinoksundan 61 gün sonra gerçekleşir. Günümüzde bu tarih, Güneş’in Boğa Burcu’na girdiği 20 Mayıs tarihine denk gelmektedir. Bu buluşma Zenith’te gerçekleşirse? Mayıs 2000'deki gezegen dizilimini hatırlayacaksınız. Ama ondan çok daha önemli birşeyi çoğunluğumuz bilmiyoruz Mayalarca önemli olduğu yeterince vurgulanan gün, Güneş – Pleiades – Zenith buluşmasıdır ve bu astronomik olayın gerçekleşme tarihi de 20 Mayıs 2000’dir. Mayalar, 13 Baktun’un hemen öncesine denk gelen bu astronomik buluşmayı, bir sürecin başlangıcını işaretlemek için kullanmışlardı Ünlü Kukulkan piramidinin tepesinde, doğrudan Zenith’e yöneltilmiş, çıngıraklı yılan kuyruğu biçiminde bir sütun yer alır. Çıngıraklı yılanın kuyruğundaki “çıngırak” işaretleri, Maya kültüründe Pleiades’in simgesidir. Çıngırağın biraz aşağısında, “Ahau yüzü” olarak adlandırılan bir kabartma vardır ve bu da, Güneş’i simgelemektedir. Bir bütün olarak Kukulkan piramidinin tepesindeki şekil, Güneş – Pleiades – Zenith buluşmasına işaret etmektedir yani.

HIZLANIŞI HİSSEDİYOR MUSUNUZ?
Çağların değişimi başladı...
Kadim kehanetler bunu daha önceden bildirmişti. Yerli gelenekler onurlandırdılar. Dünya içinde gerçekleşen değişimler, uyuma düzenlerinizi, ilişkilerinizi, bağışıklık sisteminizi düzenleme yetinizi ve zamanı algılayışınızı etkilemekte. 2000 sene önce belirtilmiş, bizi bedenimizde olağanüstü değişimleri kabullenmeye hazırlayan bir inisiyasyon yaşıyoruz. Bu değişim şu anda gerçekleşmekte.
Dünyanın rezonansı (Schumann Resonance) binlerce yıldır 7.4 Hz.’di. 1980li yıllardan beri 12Hz’e ulaştı. Bu, bugün yaşadığımız 24 saatin eski zamanda 16 saate eşit olduğunu göstermektedir. Zaman hızlanıyor.

Kutup Değişimi

Bir grup astrofizik ve jeofizik uzmanının, bilgisayar uzmanlarıyla beraber yürüttükleri araştırma sonucu sıradışı bir olayın 2012'de başımıza gelme olasılığı olduğunu ortaya koymuş. Bahsi geçen konu hakkında bilgisi olmayanlar için izah edersem...

Bildiğiniz gibi Güneş'in ortalama 11 yıllık periyotlarda (ve son zamanlarda yapılan araştırmalarda 180 yıl civarında ikinci bir döngü daha var) aktivitesi zirveye çıkıyor. Kuvvetli patlamalar ve güneş lekeleri bu dönemde en yoğun zamanında oluyor. Son zirve dönemi 2000-2001 yıllarındaydı. Ancak bu dönemden bu yana düşüşe geçmesi gereken
aktivite tam aksine az miktarda bir düşüşten sonra yatay bir düzey tutturmuş durumda. Yani bir sonraki zirve döneminin çok daha şiddetli olabileceğine dair bir işaret olabilir.

Bir sonraki zirve noktası ise 2012 yılına denk düşüyor. Yukarıda bahsettiğim araştırmanın da kilit noktası burası. Eğer bilgisayar ortamında yapılan teorik modellerin sonuçları doğruysa 2012 yılı civarında bizi bir Manyetik Kutup kayması bekliyor.
Bu olay ortalama 200,000 yılda bir gerçekleşen, ancak bir önceki kaymanın 780,000 yıl önce olduğu bilinen bir olay. Mıknatıslardaki güney ile kuzey'in yer değişmesi olayı kısaca. Ancak bu bir anda başlasa da, bir günde biten bir olay değil. Manyetik yapının tekrar dengeye gelmesi ortalama 3000 yıl kadar sürüyor(muş).

Bu olayın nasıl olacağına dair bulgularda, + ve - kutbun, bu olay başlamadan önce diğer yarı kürede adacıklar mantığıyla bölgeler oluşturması ve genel manyetik güç kaybı oluşturması, olduğu tespit edilmiş durumda. Dünya'da ise son 300 yılda genel manyetik kutup %20 oranında zayıflamış durumda. Bu Antartika ve Güney Amerika’da, yani ozon tabakasının delik olduğu yerde %40 lara kadar çıkıyor. (yani ozon tabakasının asıl delinme nedeni olabilir)

Fazla uzatmadan sonuçlandırırsam, bahsi geçen araştırma bu olayın 2012 yılında gerçekleşeceğini ortaya koyuyor.
Yani güneş'in aktivitesinin en güçlü olacağı zamanda bir kutup kayması. Aynı araştırma sonucuna göre bu olay milyonlarca yıl önce olduğu ortaya çıkıyor.

Güneş aktivitesi zirvesinde ve Manyetik kutup yer değiştirirse ne olur?

Manyetik kayma demek, dünyanın manyetosferinin, yani manyetik kalkanının bir süreliğine kapalı olması demek. Güneş'ten veya uzaydan gelecek her türlü etkiye açık olacağız demek.

Güneş'ten gelen zararlı ışınlar ve kozmik ışınlar direkt dünya yüzeyine ulaşacak. En basit sonucu milyonlarda kanser vakası.

Diğer olası sonuçlarından biri, dünyanın manyetik alanı etkin olmayacağından meteor gibi cisimlerinde yönlerinin dünya tarafından değiştirilemeyeceği, zam tersi çekileceği olasılığı...

Dünyanın yer çekimine etkisi tahmin edilememekle beraber, volkanlar,depremler vs.. gibi olayların zirve yapacağı tahminlerden biri.

EĞER GERÇEKLEŞİRSE, küresel bir felaket bizi bekliyor demektir... En kötü senaryoda Tek kurtuluş olasılığı, yüzeyin altında yaşamak veya başka gezegene gitmek var. 3000 yıl süreyle...

DÜNYANIN DEĞİŞİMİ

Dünyanın kalp atışı kabul edilen bir elektromanyetik rezonans vardır. 1954 ten beri bilinip, ölçülen bu değer, bulucusu Alman fizikçi Schumannın adıyla anılan, Schumann Rezonansı olarak, SR simgesiyle anılır ve Dünya yüzeyi ile 55km. lik atmosfer sonrasındaki iyonosfer arasındaki bölgede ölçülmektedir.
Dünyanın bu kalp atışı, Güneşin düzenli 11 yıllık aktivasyon periyotlarına göre periyodik değişimler göstermesine rağmen, zannedilen o ki güneşin düzen dışı büyük patlamalarından doğan bir değişim geçirmektedir (Mayaların dediği gibi 2012 de kıyamet Güneşten gelecek). Bilim tarafından farkedildi ki bu rezonans, bu kalp atışı dramatik bir biçimde artmakta. Yıllar yılı 7.8 değerini koruyan ve yıllar içerisinde yükselen bu değer, bugün 12 devir/sn ye ulaşmıştır. 13 devir/sn lik değer zero point olarak anılır ve Dünyanın dönmesi bu değere ulaştığında duracak ve Dünya tersine dönmeye başlayacak. Ayrıca Dünyanın manyetik alanı da buna ters orantılı olarak azalmakta ! Son 4000 yıldaki değerler neredeyse son 4 yılda yarıya inmiş durumda !...
Ve bir magnetik tersliğin gelmekte olduğu bildiriliyor. Hatta seller, fırtınalar ve acayip hava şartları bu sebebe bağlanıyor. Ayrıca bu artıştaki hızlanma bizde, 24 saatlik bir günü, 16 saat olarak yaşanıyormuş gibi bir hissediş yaratıyor. Manyetik rezonansın 13 devir/sn. değerine varmasıyla, dönüş yönünü değiştirecek olan Dünyanın, çok uzun yıllar önce de dönüş yönünü değiştirip bugünkü yönünde dönmeye başladığı bildiriliyor. Bu değişim ile Dünya tersine dönmeye başlayıp, Güneşin batıdan doğacağı söyleniyor.
Burada bir saplama yapalım 1959 yılına dönelim ve Bedri Ruhselmana gösterilen vizyonda da söylendiği gibiDünya ekseninin yönünün değişmesi Ayrıca,Büyük Mutasavvıf Muhiddin-i Arabî ile İnsan-ı Kamîl kitabının yazarı Abdülkerim Ceylî kıyamet anlatımlarında benzer ifadelerle; Kıyametin bir başka alâmeti dahi; Güneşin battığı yerden doğmasıdır Bundan sonra tövbe kapısı kapanır ! Daha önce iman etmemişse, artık bundan sonraki imanı nefse fayda vermez!.. demişlerdir.
Ve bir başka spiritüel mesajda şu ifadeler bulunmaktadır;

Yaşanması mutlak olan bu devreye ermenize az bir zaman kaldığı ve ufkun batıdan gelişini mutlulukla karşılamaya hazırlandığınız bu günlerde; yani yakın olan bu ışık günlerinin arifesinde, insan milletinin hazır olmaya ihtiyacı vardır.

Aslında herşey bir vibrasyon yayma olayı olduğundan, en ince ve yüksek frekanslara doğru gelişen yeniçağ yapısı, kaba, düşük frekanslardan rahatsız eden etkiler almaktadır artık. Ancak, yüksek anlamlı değerlere, frekanslara daha fazla açılandığı için, çevreden gelen ses, renk, koku, manyetik alan frekanslarını daha fark edici, gönül frekanslarına, insan duygularına daha duyarlı, daha yüksek tatminleri arzulayan ve eski kaba tatminlerden artık zevk almayan yeni şuur insanı ortaya çıkmaktadır.
İnsanın titreşimsel olarak farklılaşırken, devamlı bir etkileşim içinde olduğu yeryüzü de titreşimsel olarak değişmekte ve manyetik alanı yeni insana, yeni yüksek frekans yaşamına uyumlanmaktadır. Ve yüksek insanın yeni dünyası ortaya çıkmaktadır. Yeni dünyada artık yer almayacak olan ve bunun insandaki karşılığı endişe, korku olan düşük, alçak frekans tır. İşte bu oluş döneminde üzerinde en çok çalışılması gereken de, korku ve endişeye odaklı yaşanmamasıdır

konuyla ilgili çalışan

Yıllardır bu konuyla ilgili çalışan

MOTHER SHIPTON (15. YY.DA YAŞAMIŞ ÜNLÜ İNGİLİZ KADIN KAHİN)


Mother Shipton (Şipton Ana)diyorki:


"Uçaklardan, denizaltılardan, uydu haberleşmesinden, AIDS ten ve 20. Yüzyıldaki kadın-erkek davranışlarına kadar herşeyden bahsettikten sonra,
..Ve insanlığa düşünme zamanı verilecek (20. yüzyıla kadar)


*Sonraki yüzyıl (21.yy.) yaklaşmadan işaretler görülmeyecek;(2007-2010 arası dönem yaklaşmadan alametler görülmeyecek deniliyor 2007-2010 arası volkanik patlamalar ve Büyük depremler) dünyanın alt üst olduğu zamanın geleceği hakkında

(ABD_İNGİLTERE_İSRAİL'in depremle yere batacakları hususu ) İnsan korkuyla titreyecek, o yüzyılda (21.yy.) yaşadığı için.


Yedi gün, yedi gece için, insan korkunç bir görüntü seyrediyor!

İnişler, çıkışlar aklın ötesinde, dağlar kükremeye başlayacak, depremler kentleri yutuyor, karalarda tufan, sel suları karalara saldırıyor. İnsanoğlu, çamur ve batağa gömülüyor. Okyanuslar, kıyıdan yükselecek, eski kıtalar gidecek, yenileri dirilecek, (Atlantis ve Mu kıtaları Atlas okyanusunda ve Büyük okyanusda 2011 den itibaren yer yüzüne çıkacak Avrupa,Afrika ve Asya kıyıları tsunamı dalgaları ile yok olacak.)kızgın canavar göklerden geçecek
Ve uzak bir yerde;
Bazı insanlar, Oh ne kadar az bir grup Dünyada, çok az sayıda insan kurtuluyor. İnsan ırkı yeniden başlıyor. Ve dünyada kısa bir süre geçiyor. İnsan unutuyor ve gülüyor, kendisine dönüyor. İnsan hak ettiği kaderi elde ediyor.


2012 son mu başlangıç mı?

Mayalar 2012 için 'zamanların sonu' diyor. Ancak bu yok oluş anlamında değil fiziksel bir değişim. İnsanoğlu dört kez geriledi ve artık değişim zamanı. Mayalar'a göre; 2012 yılı insanlığın yükselişinin başlangıcı olacak.

Maya Kehanetleri'ne göre 22 Aralık 2012 tarihi dünya için çok önemli. Çünkü bu dönemde içinde yaşadığımız çağ sona ererek yeni bir çağ başlayacak. Büyük bir tufanla gelecek olan bu yeni çağın ipuçlarını ise bilim adamlarına göre iklimsel değişimler sayesinde şimdiden gözlemleyebiliyoruz. "Beşinci kutupsal kayma" olarak adlandırılan bu değişimde daha önceki değişimlerde olduğu gibi yine kutupların manyetik alanının değişmesiyle meydana geleceğini söyleyen Sınır Ötesi Yayınları'nın Genel Yayın Yönetmeni Ergun Candan, dünyadaki iklimlerin değişimini de buna bağlıyor. Candan, "Kutuplar yer veya açı değiştirdiğinde kutuplarda buzlar eriyor. Kaldı ki, küresel ısınma sonucu şu anda Kuzey Kutbu'ndaki buzullar zaten erimeye başlamış durumda. Mayalar'a göre de daha önce yaşanan dört çağda tıpkı bu şekilde sona erdi" diyor.

* Peki tüm bu bilgiler bilimsel olarak ortaya konup kanıtlandı mı? Dünyanın en az dört kez kutupsal kayma (kuzey ve güney kutbu) yaşadığı bilimsel verilerle kanıtlandı. En son Discovery kanalında dünyanın manyetik alanının belirli periyotlarla nasıl değiştiğini bilimsel çevreler açıkladı. Hatta bilgisayar ekranındaki üç boyutlu animasyonlarla gösterimi yapıldı. Şu anda dünyanın manyetik alanında muazzam bir değişim var. Bunun da en büyük nedeni güneşte meydana gelen değişimler. İlginç olan Mayalar bunu biliyordu. Konunun bir diğer yanı da Mayalar'ın bununla da yetinmeyip, gelecekte tüm insanlığı etkileyecek trajediyi bizlere şifreli bir şekilde duyurmuş olmalarıdır. Bu şifreye göre dünya için 2012 yılı çok önemli.

NİRVANA'YA DOĞRU
* Yani bu görüşe göre 2012 yılında dünya yok mu olacak? Mayalar 2012 için 'zamanların sonu' diyor. Fakat bu dünyanın top yekun yok oluşu değil, bir fiziksel değişim. Daha önce yaşanan sanki tufan gibi düşünebiliriz. Bu fiziksel değişimlerle birlikte ruhsal değişimler de birbirleriyle orantılı devam ediyor. Her bir büyük fiziksel değişimlerle birlikte insanlık ruhsal değişimde yaşıyor. Şu ana kadar insanlar aşağıya inişi yaşadı. Birincisinde biraz daha kabalaştı, ikincisinde biraz daha, üçüncüsünde biraz daha... Dördüncünün sonunda tam anlamıyla bir dip yaptı. Bu yüzden 2012'yi Mayalar insanlığın yeniden yukarı çıkışın yaşanacağı bir çağ olarak tanımlıyor. Hatta çeşitli dinler bundan Altın Çağ, vaat edilen cennet veya Nirvana gibi bahseder. 2012'nin önemi burada. Aşağıya inen insanlık tekrar yukarı çıkacaktır. Bunun da ilk basamağı 2012'dir diyor Mayalar.

* 2012 yılında başlayacak olan bu yukarıya doğru çıkış ne kadar zamanda tamamlanacak? Bildiğimiz kadarıyla bu yukarı çıkış süreci başladı. Belki 2012 bir final olabilir. Bu bir süreç. Ancak tufanla kıyameti birbirine karıştırmamak lazım. Kıyamet ruhsal bir değişim, tufan ise fiziksel bir değişim demektir. Kıyamet hem tasavvufi hem de ezoterik (gizli öğreticilik) anlamda ayağa kalmak ve uyanmak demektir. Bu uyanıştan kastedilen ruhsal aydınlanmadır. Böylelikle dinsel metinlerin içindeki sembollerin anlamları da çözülebilecek ve dinsel metinlerde gizlenen gerçeklerle herkes yüz yüze gelebilecektir.

İKİ YILLIK HATA PAYI...

* 22 Aralık 2012 tarihi konusunda hiç şüphe yok mu? Mayalar'ın yakın geleceğimize ilişkin kehanetleri tüm ezoterik bilgilerle örtüşmektedir. Bu nedenle verilen tarihin önemi çok büyüktür. Ancak bu tarihlemede iki yıllık bir hata payı bulunabileceği de gözardı edilmemelidir. Bunun sebebi Maya Takvimi'nin bizim kullandığımız Gregoryen Takvimi'ne çevrilişinde MÖ 1'den MS 1'e geçilmiş olmasıdır. Aradaki 0 atlanmıştır. Yaptığı araştırmada Astrofizikçi Cotterel de bu konuya dikkatleri çekmiştir.

* Bugüne kadar Mayalar'ın hangi kehanetleri yerini buldu? Şu anda bilimsel olarak ispat edilen dünyanın dört kez kutup değişimi geçirdiği. Bugün bu durum ispatlanmış durumda. Günümüz insanları bunu yeni keşfetse de, Mayalar bunun farkındaydılar. Bu bile başlı başına önemli bir şey.

* Mayalar'la ilgili tüm bu bilgilere nasıl ulaşıldı? Bütün bunlar dünyaca ünlü astro fizikçi Coterelli'nin bilgilerini bir BBC muhabiri Adrian Gilbert'in derlemesi sonucunda dünya kamuoyuna duyurdu. En önemli buluş da eski Maya kenti Palanque'deki Yazıt Tapınağı'nda buldukları mezar taşının kapağındaki şifreyi çözmeleriyle oldu.

* Şifre nasıl çözüldü? Simetriyle ilgili bilgileri çözerek çok önemli sonuçlara ulaştılar. Kapağın üzerindeki şerit motiflerini simetrik bir şekilde yan yana getirdiklerinde ortaya Jaguar ve bunun üzerinde de bir Yarasa sembolünün ortaya çıktığını gördüler. Mayalar'ın sakladıkları bu sembollerin bir anda belirmesi Cotterel'i şaşkına çevirmişti. Çünkü Mayalar'ın mitolojik yazıtlarında Jaguar beşinci yani bizim çağımızı, yarasa ise ölümü sembolize etmekteydi!... Kapağın üzerinde açık bir şekilde görülen "Güneş Haçı"nın üzerindeki ilikler ise Güneş'in manyetik iliklerini temsil etmekteydi. Bu da Mayalar'ın gizli mesajıydı. Yaşanacak trajedinin sebebi Güneş'te meydana gelecek olan manyetik değişimlerdir!..

Devamı...
Gönderen Tiltombak on
0 yorum
categories: | edit post


Hint, Tibet ve Moğol tradisyonları ve gelenekleri yerin oldukça altlarında saklı ve dünyanın bütün kıtalarında bulunan gizli girişli tünellerle yaklaşılan ve dünyanın okült yönetimini tüm kudret ve bilgeliğiyle elinde tutan Agarta ve onun reisi Dünyanın Kralı' ndan söz ederler. Agarta yeryüzünde yer kürenin içinde, hepimizin yakınında durmaktadır. Onun varlığı bilinir çünkü bizim onu unutmamıza fırsat kalmaz. O kendini sık sık hatırlatır ama onu iyice tanımak için uzandığımızda Agarta kendini hemen geriye çeker ve kalın bir sis perdesi arkasında kaybolur. Böyle bir özelliği var.

İngiliz sömürge idaresi Hindistan 'ın hakimi durumundayken İngiliz hükümetinin de onayıyla, bazı subaylarıyla birlikte bilimsel bir ilgiden çok, daha ziyade batılı medeniyetlerin edepsiz ve soyguncu tavırlarıyla, Tibet'te araştırmalar yapmış ve böylece hem bu Agarta söylentileri gerçek mi diye bir araştırma yapmak hedefini gütmüş hem de bir takım servetler elde etmeyi düşünmüş ve sonuçta İngiliz subayları, Agarta 'nın bir efsane olmadığını hemen öğrenmişlerdir.

Her teşebbüslerinde Agarta 'nın varlığı kendini bir kez daha kanıtlamaktaydı, fakat sır da sır olmaya devam etmekteydi. Mesela Tibet 'te bulunan bir çok manastırların altlarında yüzlerce km. ye ulaşan tünelleri buluyorlar, fakat araştırmaları bundan öteye bir türlü gidemiyordu.

Agarta 19. yy. a kadar kendini gizli tutmuştur. Hiçbir yerden malumat sızmamıştır. Ancak sanırım Vedalarda bazı çok kapalı ifadeler var fakat bunları da pek kimse anlamadığı için yaklaşık 19. yy. ın başlarına kadar Agarta devleti hakkında hiçbir bilgi yoktur. Ancak Agarta 'dan yazılı olarak söz edilmesi izni çıktığında, bu tanıtma görevi Martinist Tarikat'ın Üstadı Marki Saint Yves D'alvedre'ye verilmiştir ve bu şahıs Hint Misyonu isimli kitabında, batıda ilk kez Agarta 'dan ve dünyanın okült yönetiminden söz etmiştir ve dünyanın kralından da. Ancak Hiyerarşi'nin müsaade ettiği dozdan fazlasını ifşa ettiği için almış olduğu uyarı neticesinde kitabını baskıdan çıkar çıkmaz imha etmiştir. Fakat imhadan kurtulan tek bir nüsha markinin ölümünden sonra majisyen Papüs'ün eline geçer ve onun oğlu tarafından yayınlanır. Dolayısıyla Agarta hakkındaki ilk bilgileri bu kaynaktan aldığımızı ifade ediyorum.

İkinci büyük kaynak Polonya asıllı Rus Prof. Ferdinand Antony Ossendowski' dir. Ossendowski Moğol kaynaklarını kullandığı için Agarti olarak bu ifadeyi telaffuz etmiştir. 1876 doğumlu olan Prof. Ossendowski, 1917 Ekim Devrimi'nde, Kızıl ordudan kaçarak Yeniçay Ormanları'na, Moğolistan'a ve daha güneye doğru kaçtı ve burada bu kaçış esnasında yaşadığı müthiş serüvenler esnasında Agarta gerçeği ve gizemiyle karşılaşmış ve Agarta kralına, Cihan Hakimi olarak ifade etmiştir kendisi ve bu konudaki bilgilerini İnsanlar, Hayvanlar ve Tanrılar isimli kitabında 1924 yılında yayımlamıştır.. Bu kitabın Türkçe tercümesi de ülkemizde Nasuhi Baydar tarafından yapılmıştır bu kitap ile ilgilenenler bunu Beyazıt devlet kütüphanesinde bulabilirler. Şimdi Ossendowski 'nin kitabından dünya kralı veya cihan hakimi hakkında birkaç cümleyi orijinal haliyle nakletmek istiyorum. Şöyle söylüyor :

"Dünya kralı, cihan hakimi, bir mitos veya doğa üstü bir varlık değil, dünyanın gizli kaderinin efendisi olan ve tamamen etten ve kemikten bir şahıstır."

Bir diğer cümle alıntı olarak :

"Dünya kralının pek çok kereler Orta Asya da Hindistan'da, Tayland 'da beyaz bir fil ya da lekesiz bir ata binmiş olarak elinde asasıyla halkı kutsadığını anlatan bir dizi kesin tanıklık mevcuttur. Dünyanın kralı insanlığın kaderini yönetenlerin, hükümdarların ve idarecilerin tümünün de düşünceleriyle bağlantılıdır. Onların niyet ve fikirlerini bilir, bunlar Allah'ın takdirine uygunsa, cihan hakimi bunları görünmeyen yardımları vasıtasıyla destekler."

Evet, bir diğer araştırmacı Rene Guenon, tanıyacaksınız bu şahıs daha sonra Müslüman olmuştur, Abdül Vahid Yahya olarak isim kullanmaktadır. Bu şahsın asıl misyonu, Batı Gnosu, Batı Gnostik bilgileri ile Hint Mistizmi'nin bir sentezini yapmaktır. Bu uğurda hemen hemen bütün dünyayı gezmiş, bir çok dinleri, felsefeleri incelemiş bu noktada Agarta gizemiyle de temas etmiş ve Agarta konusunu yani Agarta 'nın dünya okült yönetimindeki hakimiyeti ve işlevi konusunu Kabaladaki ve Ezoterik Hristiyanlık'ta ki Metatron denen kavramla birleştirmiştir ki buna uzun şekilde girmeyeceğim.
Ayrıca bir diğer kaynak gene teozofinin kurucusu Helena Petrowna Blavatsky, Agarta konusunda kitaplarının bir çok yerinde bahsetmiştir. Ayrıca Agarta konusunda yaklaşık sekiz on tane araştırmacı da çeşitli vesilelerle bilgiler aktardılar. Onların isimlerini sizlere sunuyorum : Jacques Weiss, Serge Hutin, Frida Wion, Richard Chanfrey, Robert Charroux, Peter Kolosimo, Nicholas Roerich, Andrew Thomas, Kut Humi.

Şimdi bizlerin sizlere sunduğumuz bilgilerin kaynakları temel olarak bunlardan kaynaklanmakla birlikte bunlara ilaveten burada bazı özel bilgilerin de nakledileceğini ifade ederim. Bu okuduğum kitapların tamamı okunup incelenmeye açıktır ve konunun ciddiyetini zannediyorum kavramak için yeterlidir. Fakat tüm bu kitaplardaki ifşaatlara rağmen inisiyasyon ve gizlilik hala vardır çünkü bu, bilginin kendi yapısından kaynaklanmaktadır. Bilgi ancak hak edene gider yani herkes layık olduğu hitaba muhatap olur. Bu bilginin enerjetik yapısı ile ona muhatap olan varlığın enerjetik yapısındaki ahenkten, senkronizasyondan kaynaklanmaktadır. Şimdi kendilerini belli bir program ve icap gereği geri çekmiş olan bu bilgelik üstatlarının yani bu Agarta üstatlarının, Kali Yuga'nın veya demir çağının yani içinde bulunduğumuz devrenin başlangıcından itibaren inisiyatik bilgilerin, büyük hakikatlerin yitirilişinden itibaren, yer kürenin en gizli bölgelerine çekmiş bulunan bu ruhun prenslerinin, gerçek kralların, beşeriyetin gerçek okült rehberlerinin, bu Kaliyuga dediğimiz devrenin sona erişiyle birlikte, bulundukları ölümsüzler ülkesinden (buda tabii ki sembolik bir ifade) geri dönerek yeryüzüne çıkacakları ve alenen dünya beşeri ile temas edecekleri birçok antik tradisyonlarda bildirilmektedir.

Agarta devleti, büyük Himalaya dağları altındaki devasa doğal ve yapay yer altı galerilerinde bulunan bir inisiyatik merkezdir. Dışsal abideyi teşkil eden Himalaya dağları Agarta ülkesi için adeta bir piramit vazifesi yapmaktadır, yani içi piramit gibi forme edilmiştir. Bundan dolayı yani piramitsel formun getirmiş olduğu çok büyük bir enerji konsantrasyon merkezi durumundadır Agarta. Şimdi piramit formundan biraz bahsetmek istiyorum. Piramit formu kozmik bir formdur yani gelişigüzel yaratılmış bir form değildir. Özellikle okült ve astrolojik bilgilere göre dünyamıza çeşitli yıldız sistemlerinden, yıldızlardan ve gezegenlerden bir çok tesirler ve enerjiler gelmektedir. Bunlardan biri de piramitle bağlantılı olduğu için ifade ediyorum, Satürn planetinin çevresindeki kuşaklardan veya o alanlardan yayılan büyük iyon dalgaları veya manyetik fotonlardan dünyamıza gelen tesirlerdir. İşte piramit formu bu enerjileri toplamakta, orijinal formundan dolayı bünyesinde toplamakta, biriktirmekte ve kullanıma sunmaktadır. İşte bu yüzden Agarta ' da yaşayan varlıklar organik yapı olarak hem daha uzun yaşayabilmekte, hem daha sağlıklı kalabilmekte, hem her türlü bunun getirdiği avantajı kullanabilmektedirler.

Agarta veya Agarti sözcükleri Sanskritçe de ele geçirilemeyen, ulaşılamayan, her şeyden korunmuş, şiddetin yakalayamayacağı, anarşinin erişemeyeceği anlamlarına gelmektedir. Dünyanın yer altı sistemlerinin merkezi Agarta böylece Asya nın göbeğinde yer altı tünelleriyle dünyanın hemen hemen her noktasına, kıtaların ve okyanusların altına uzantıları bulunan uçsuz bucaksız bir yer altı devleti olarak bulunmaktadır. Dünyasal beşeri evrimin ve yeryüzünün gelip geçmiş nice medeniyetlerinin tüm genel evrim sefahatlerinin ve onların tüm genel bilgilerinin, yaradılışın, ruhun ve tekamülün evrensel bilgilerinin ve her türlü maddesel bilimin kayıtları Agarta da mevcuttur. Özellikle kadim Mu ve Atlantis' in tüm bilim ve bilgeliklerinin dünya planetinin başlangıcından son anına kadar tüm akaşik kayıtlarının ki bu kayıtları her an inceleme olanağına sahiptir Agarta üstatları, tüm bu kayıtların tamamı Agarta nın kilometrelerce uzunluğundaki kütüphanelerinde, ki milyonlarca kitaptan meydana gelmiştir, mevcuttur. Böylece Agarta üstatları dünyamızda yaşanmış olan ve yaşanmakta olan bütün hadiselerin hem kronolojik gerçek akışı, hem iç yüzü, hem bilinen hem de bilinmeyen sebepleri hakkında daima bilgi sahibidirler. Agarta bu devasa bilgi hazineleriyle, doğu tradisyonlarında ifade edildiği gibi bir üniversite, bir sinarşi üniversitesi, bir evrensel bilim araştırma merkezidir. Sinarşi, anarşinin zıddı olan bir kavramdır. Tam anlamıyla barışı ifade eden bir kelimedir. Ezoterik öğretiler, Agarta 'nın hakimini, dünyanın kralı rütbesiyle anarlar. Yardımcıları durumundaki iki rahip kral ile birlikte bütün dünya beşeriyetinin genel ve özel evrimsel gidişatı üstünde etkin rol oynar. Sembollerinden biri bugün günümüzde hala Hint ve Tibet tapınaklarını süsleyen gamalı haçtır. Bu sembol kadim Mu 'dan kaynaklanan çok orijinal bir semboldür. Bunu kısaca çizmek istiyorum. Gamalı haç sembolü biliniyor ama çıkış olarak bu güneşi ifade eden kadim bir semboldür, dünyanın tanıdığı en eski semboldür ve burada güneş veya bu daire, Mutlak Yaradan'ın monoteistik sembolü idi. Şimdi bu sembol yaradılışın ve oluşumun bilgilerini anlatmak için gelişmeye başladı ve ikinci aşamada şu hale dönüştü. Bir haç oluştu içinde, bu haç yaradılışın dört kuvvetini sembolize eder ve dört büyük enerjiyi sembolize eder. Sembol daha da gelişerek şu hale geldi yani yaradan enerjiden, asıl enerjiden kendini dışarıya doğru çıkarttı anlamına geliyor bu sembol. Bakın dairenin dışına taştı dört enerji veya dört elementi de sembolize eder, dört ana yönü de sembolize eder, bunlara Mu 'nun kutsal sembolleri konusunda değinmeye çalışacağım daha geniş olarak. Bu sembol biraz daha gelişince şu hale geldi, yani bunların ucuna ilmik dediğimiz ekler kondu böyle oldu o zaman. Bu hareket, bu ucuna konan ilmikler enerjinin faal hale geçtiğini, hareketin başladığını ifade ediyor. Böylece gamalı haç denilen ve Mu 'nun orijinal sembolleri olan Agarta' nın da benimsediği ve daha sonra II. Dünya savaşında Nazilerin de ancak tersini çevirip kullandıkları haline gelecektir.

Mu ve Atlantis medeniyetlerinin kademeli olarak batışları ve özellikle son batışla birlikte ve yeni dünya devresinin genel programı gereği bilgi ve bilgelik giderek kendini geriye çekerken spiritüel üstatlar ve bir kısım seçilmiş halk Himalayalar' ın altındaki doğal ve yapay yer altı galerilerine yerleştiler. Ve ilerleyen bin yıllarda Agarta merkezi Agarta ve Şambala olarak ikiye ayrıldı ve Şambala Gobi bölgesinde dünyanın fizik ortamının ikinci eter katmanına yerleşti.

Ve bu geliştiricilik ve yetiştiricilik misyonu,(Sambala) için de söz konusudur. Hem Agarta hem de Şambala dediğimiz iki merkez ve bu merkezlerin yüksek hiyerarşileri ve asıl inisiyeleri dünya dışından gelen ve yeryüzü beşeriyetine çeşitli bilinen ve bilinmeyen kimliklerde rehberlik eden kozmik öğretmenlerdir. Dünya Rab Mekanizması'nın fizik ve eter katmanları üzerindeki iki görev merkezi olarak hizmet veren Agarta ve Şambala merkezleri, beşeriyetin evrim olayında son derece yüksek, önemli ve kutlu işlevleriyle birer ışık ve rahmet merkezleri olarak, Rabbin fizik dünya üzerindeki iki elidir. Bu ellerin kudret alanında yeryüzünün tüm ülkeleri ve beşeriyetin tümü bulunmaktadır.

Yaradılış enerjitik olarak ve sayısal olarak daima yedili bir yapı izlemektedir. Buna bağlı olarak dünya küremiz yedi enerjitik katmandan meydana gelmiştir. En katı bölümüne, litosfer dediğimiz taş küre bu yedinci enerjitik seviyeyi ifade ediyor, altıncı enerjetik katman ondan süptil olan hidrosfer dediğimiz sıvı bölümü, dünyamızın üçüncü bölümü veya katmanı atmosfer dediğimiz gazların teşkil ettiği bölüm ve bundan sonra beş duyuyla algılayamadığımız, yani bizim donanımlarımızın, fizik beş duyumuzun algılayamadığı dördüncü eter, üçüncü eter, ikinci eter ve birinci eter dediğimiz enerjetik katmanlar gelmektedir. Bu birinci eter dediğimiz katmandan itibaren dünyanın astral seviyesi başlamaktadır ve bu da yedi enerjetik katmana bölünmüştür. Buradan yukarıya doğru sonsuz bir gidişe sahip olan bir enerjetik katmanların anlatım şekillerinden biri. Bu anlatıma bağlı olarak Agarta merkezi şurada göstermeye çalıştığım gibi

Dünyanın fizik küresi içerisinde bulunmaktayken, Şhambhallah dediğimiz enerji merkezi veya inisiyasyon merkezi dünyanın fizik seviyesinin ikinci eter katmanında yer almıştır, mesele budur. Şimdi, Şambala' nın misyonundan biraz daha bahsetmek istiyorum, bu daha ziyade dış beni eğiten bir tesir odağıdır. Eşya bilimini, ruhun bilimine hakim kılmak ister ve bu uğurda ateşle simgelenen fizik enerjileri kullanır. Ve gerektiğinde şiddete de baş vurabilir. Her türlü fizik kıymet ve güç onların endüklemesi, onların esinlendirmesi ve onların muhayileleri sonrasında ortaya çıkar. Günümüzdeki teknolojiye dayalı, ekonomiyi her şeye üstün kılan ki bu devrenin özelliğine uygundur bütün bu faaliyetler Şambala' nın esinlendirmeleri sonucu ortaya çıkmaktadır. Şambala ve Agarta' yı birbirinin zıddı olan iki kutup olarak ele almamalıyız yani biri pozitif, biri negatifi ifade eder şeklinde değil. Bu konu biraz yanlış anlaşılmıştır yani bir karşı kutup şeklinde değil. Şambala faaliyetlerini Agarta dan ayırmış ve geleneklere göre de İsa'dan önce üç bininci yıllarda bu iş olmuştur. Kendine has bir organizasyonu bulunan tesir dağıtıcı bir mihraktır. Kendisi de kozmogonik bir varlık olan dünyanın, Agarta, sevgi sunumu ile dünyanın kalp çakrasına hitap ederken veya tekabül ederken, Şambala, dünyanın tepe çakrasına tekabül etmektedir. Birisi Tanrının sevgisini yeryüzünde sunarken, diğeri Tanrının iradesini yeryüzünde sunmaktadır. Yani meseleyi bu şekilde ele alırsak bunların asla birbirinin zıddı olan iki kutup olmadığını anlarız.

Şimdi bir de ışınlar konusu var kısaca buna da değinmek istiyorum. Bilgi yada logos yada bilgi enerjisi sistemimizde yedi büyük ışın yada yedi büyük enerji tarzında tezahür etmektedir

Bunların ilk üçü bu sistemin ana enerjilerini yani isteği, hizmeti ve aktiviteyi oluştururken diğer dört enerji daha tali konumda kalmaktadır. İşte bu ışınların, bu enerjilerin odaklandıkları asıl astronomik sistemler gerçek astrolojinin konusunu teşkil etmektedir. Eldeki bilgilere göre herkes adeta bu yedi enerji akımına ayarlanmış durumdadır veya uyumlanmış veya sabitlenmiş durumdadır. Ve bir insanı anlamanın en iyi yolu o şahsın kişiliğinin hangi ışına ait olduğunu bulup çıkarmaktır. Şimdi eldeki bilgilere göre birinci ışın yeryüzündeki insanlara yani ona bağlı olarak faaliyet gösteren insanlara varlıksal yapının okültist, aksiyoner, başlatma iradesine sahip olan, kudreti, gücü, isteği, amacı sunmakta ve kaynak olarak yani astrolojik kaynak olarak veya kozmogonik kaynak olarak Büyük Ayı Takım Yıldızı'ndan, tesir almaktadır. Sırası geldiğinde bu konuda Tevrat ta da bilgiler var yani "Dübb-i Ekber'i bağlayabilir misin?" mealinde orijinal ifadeler geçiyor, zannediyorum bunlarla ilgilidir onları da konuşmaya çalışacağız. İkinci ışın, Pleades takım yıldızı veya Ülker takım yıldızı dediğimiz hatta bizde Yedi Kandilli Süreyya diye de geçer, bundan esinlenmektedir, buna bağlı olan varlıklarda yaşamlarında orijinal görev olarak sevgiyi, hikmeti, merhameti, birleşme iradesini, inisiyasyonu ve şuur genişlemesini tezahür ettiriyorlar. Üçüncü ışın dediğimiz ışın, Büyük Köpek Takım Yıldızı'ndan ve Sirius' tan esinlenmektedir. Buna bağlı olan varlıklar düşünceyi, zekayı, anlayışı, yaratıcı zekayı, uyum sağlama yeteneğini, majisyen ve evrimleşme isteğini tezahür ettirmektedirler. Üçüncü ışının alt ışınları olarak, dördüncü ışında uyum sağlama iradesi, beşinci ışında somut bilgi ve bilim, altıncı ışında idealizm, soyut kavramlar, kendini adama, inanç gücü, sebep olma iradesi ve yedinci ışında da grup bilinci, organizasyon, disiplin, kendini ifade etme iradesi, tiyatral ritüelleri insanların karşısında başarıyla sunabilmek ve maji. Tabi burada maji kelimesini büyücülük anlamında değil, evrendeki mevcut tesirleri bilinçli, doğru ve ilahi irade yasaları yönünde kullanmak anlamında kullandığımızı ifade ediyoruz.

Buna bağlı olarak Şhamballah misyonunun dünyada özelikle son yıllarda en büyük etkinliğinden biri olan İkinci Dünya Savaşı'ndan biraz bahsetmek istiyorum. Hitler Almanya' sı gerçekte bütünüyle majik bir gruptur. Adeta majik bir alandır. Beşyüz kişiyle devleti ele geçirmişlerdir, yani Nazi partisi beşyüz kişiyle devleti ele geçirmiştir. Bu normalde mümkün olan bir olay değildir ve Hitler Almanya' sı gerçekte Sovyetler Birliğini hedef almıştır ve ana hedef yani gizli hedef, gerçek hedef Sovyet Rusya da reenkarnasyonlar yoluyla yeniden doğmakta olan eski ve barışçı Hiperboreen enkarnasyonları daha yavruyken ortadan kaldırmaktır. Böyle kozmik bir savaş var aslında. Dışarıdan gözüken, devletlerin didişmesi gibi gözüken savaşın altında böyle enteresan bir kozmik mücadele yatmakta. Çünkü barışçı ve ruhun biliminin dünyaya egemen olmasını sağlayıcı yöndeki faaliyetler bu dünyanın, bu devredeki genel evrim gidişi için bir çatışma yaratmaktadır. Bunları ileriki konularda geniş olarak anlatacağım şimdi kısa geçmek durumundayım. Ana hedef budur.

Şimdi İkinci Dünya Savaşı'nın sonlarına doğru bir zamandayız. Tahrip olan bir Nazi karargahında yıkıntılar arasında oniki Tibet' li rahibin cesedi bulunuyor. Bu duruma, o yıllarda, o keşmekeşte hiçbir anlam verilemiyor. Zaten kimse bunu düşünecek durumda da değil. Evet, Nazi' ler Şhambhallah ile ilişki içindeydiler. Bu arada, Hitler in ve Nazi partisindeki özellikle Thule Grubu'ndaki varlıkların hepsinin çok disiplinli birer vejetaryen olduklarını da belirtirim. Şimdi her şey Thule efsanesi ile başlıyordu. Thule Efsanesi'nin kökeni, kayıp bir uygarlığa dayanmaktadır. Bu da Nazizmin temelini teşkil etmektedir. Bu efsane altında birleşen bir grup Thule adında gizli bir tarikat kurdular. Nazi Partisi'nin yedi kurucusundan biri olan Dietrich Eckart, Thule Tarikatı'nın temel efsanesini şöyle açıklıyordu : Thule' nin tüm sırları eski kayıp bir uygarlığa dayanmaktadır. İnsanoğlu ile dış zekaların arasında bulunan bazı aracı varlıklar bu sırlara erenlere büyük bir güç kaynağı oluşturmaktadırlar. Bu güç Almanya' yı bütün dünyaya egemen kılacaktır. Yine bu güç ve bu gücün kaynağı geleceğin üstün insanının ortaya çıkması için imkan sağlarken, insan türünün de değişimine yol açacaktır. İşte bu ifadeler özet olarak Nazizmin temelini oluşturmaktadır, yani ezoterik Nazizmin, bilinmeyen Nazizmin. Biz burada her şeyin bilinmeyeni ile meşgulüz, yani görünen ve bilinen Nazizm var, bilinmeyen ve görünmeyen Nazizm var. Şimdi onunla meşgulüz. Gizli Thule tarikatı üyeleri arasında Rudofh Hess tarihten bilinen, Karl Haushofer , Alfred Rosenberg ve Adolf Hitler gibi isimler bulunmaktadır. Özellikle Karl Haushofer' in ve Adolf Hitler' in birtakım paranormal yetenekleri olduğu bilinmektedir. Örneğin Karl Haushofer ileri derece prekognisyon yeteneğine, yani geleceği önceden bilme yeteneğine sahipti. Öyle ki düşman güçlerinin saldıracağı saati, bölgeleri, hatta top mermilerinin düşeceği noktalara kadar koordinatlarını bile önceden haber verebiliyordu. Bunların hepsi çağdaş ve klasik yani bilinen konvensiyonel kayıtlarda mevcuttur. Dahası hakkında hiçbir şey bilmediği ülkelerdeki siyasal gelişmeleri de önceden tahmin edebiliyordu. Örneğin Hitler o dönemdeki Amerikan başkanı Franklin Roosvelt' in 1945 yılında öleceğini çevresindekilere söylemiştir bu da kayıtlıdır. Hitler' in bir çok vizyonlar gördüğü, bir çok bilgiler ifade ettiği bilinmektedir. Hitler' in çevresindekilerin görmediği fakat kendisinin gördüğü, böyle mekanda otururken, bir çok varlıktan söz ettiği yine kayıtlara geçirilmiştir. Hatta Hitler' in bu noktada şizofreni olduğundan bile şüphe edilmiştir. Bu arada yine Hitler meydanlarda ve radyolarda yaptığı konuşmalarda ses majisi denilen bir tekniği uygulamaktaydı. Ve böylece geniş halk kitlelerini süratle etkisi altına alıp yani obsede edip kendi alanına bağlıyor ve onları adeta taparcasına kendisine ve Nazizme biat ettiriyordu. Televizyonlarda hatırlıyorsunuz on binlerce kişinin Heil Hitler deyişini ve şuursuzca olan faaliyetleri. Bu arada Karl Haushofer'in Hindistan da, Japonya ve Tibet te uzun süre okült çalışmalarda bulunduğu ve inisiyasyondan geçtiği de gene bazı kayıtlarda mevcuttur. İşte bu arada az önce ifade ettiğim gibi Nazizm, Haushofer 'in Hindistan da ki çalışmaları esnasında esinlendiği bu gamalı haç sembolünü ters çevirip kullanması da buradan kaynaklanmaktadır. Bu sembol, bu kadim sembol, Cengiz hanın yüzüğünde de mevcuttur. Cengiz hanın bir metal yüzüğü vardır, çok meşhur, o yüzükte de aynı sembol bulunmaktadır. Bunu bilen bilir.

Şimdi Agarta' ya devam edelim. İlk verilen bilgilerde bu devlette yaşayanların nüfusunun yirmi milyon olduğu söylenilmekteyse de bugün bu nüfusun kaç kişi olduğu bilinmemektedir

Yirmi milyon dediğimiz, o sayıya biz de bağlı kaldık, Dwija ve Yogi' ler, bunlar Agarta inisiyatik hiyerarşisinin en dış halkasını teşkil ederler, onlar Agarta' nın simetrik olarak bölünmüş dış bölgelerinde yaşarlar ve Agarta halklarının kendilerini temsil ederler. Bunların üstünde beş bin Pandita veya alimler vardır, eskiler buna ilmiye sınıfı tabir ederler bunların görevi temel eğitim ve öğretimi halk kademelerine sunmaktır. Bunların üstünde 365 Bhagwanda 'nın meydana getirdiği Yüce Meclis Dairesi gelir. Sonraki daire 36 kişiden meydana gelir. Hiçbir kayıtta bunların ismini bulamadığım için buraya koyamadım, 36 kişinin meydana getirdiği bir grup daha ve onların da üzerinde yüksek inisiyasyonu temsil eden oniki ulu inisiyasyon azasından meydana gelmektedir. Bunlara 12 Büyük Maj Yeşiller de denmektedir. Ve nihayet bunlarında üstünde iki yardımcısıyla dünyanın kralı Brahitma veya Brahatma veya bunları yan yana da koyabilirdik böyle üçgen bu şekil güzel olsun diye böyle yaptım aslında bu yanlış Mahitma ve Mahingayı yan yana koymak gerekiyor. Dünyanın kralı Brahitma ve iki yardımcısı rahip kral Mahitma ve Mahinga gelmektedir. Ve böylece Agarta' nın bu hiyerarşik dizilişi bir Yüce İdare Mekanizması'nın görev ve fonksiyonunu fizik planda ifade etmekten ibarettir veya temsil etmekten ibarettir.

Şimdi bazı ezoterik bilgileri sizlerle paylaşmak durumundayım. Bu oniki Maj hakkında biraz konuşmak istiyorum. İsa Peygamberin Beytlehem'de dünyaya geldiği zaman, üç maj tarafından ziyaret edildiği bildirilmektedir. Bu hikaye klasik, kanonik dediğimiz İnciller'de mevcuttur. İşte İsa Peygamber'i ziyaret eden üç maj, aslında bizdeki bilgilere göre Agarta' dan ve bu oniki Maj Yesiller Grubu'ndan gelen üç üstat idi ve orada İsa henüz doğmuşken, İsa' ya orijinal görevini bir kez daha hatırlatmışlardı. İsa peygamber doğumu ve gelişi itibariyle çok özel bir varlıktır. Onun en büyük kavli veya ahdi, doğmadan önceki şuur halini doğduktan sonrada taşıyacağı yolunda idi ve onun dünyayı yendim ifadesi bu yönde anlaşılmalıdır. Yani İsa peygamber dünyanın maddesel yapısının veya kozmik yapısının doğumla birlikte yol açtığı unutma vetiresini, örtme vetiresini, kapatma vetiresini kendi gücüyle yenmiş bir varlıktır. İsa peygamberin Kuran da ana karnındayken ve doğduğu anda insanlarla konuştuğu yazılıdır. Yani o enkarnasyon üstadı ulu varlığın, fizik sisteme, fizik bedene ne derecede hakim olduğunun bir ifadesidir bu. Ayrıca bu üç maj, İsa peygambere bu hatırlatma görevini yapmıştır ve hatta O' nu kutsamış bir takım hediyelerde getirdiği ki onların hepsi semboliktir ifade edilmektedir. Şimdi bu on iki maj ile ilgili olarak bir bilgimiz daha var onu da paylaşalım sizlerle.

En büyük Majlar'dan birisi de Muhammed peygamberdir. Çok seneler evvel, yani bir peygamber tarzında, orijinal bir misyonla doğmadan evvel, orijinal bir misyonu ifa etmeden evvel, Agarta' da bu oniki Majdan, bu oniki üstattan birisi olarak yaşamıştır. Ve Sirius Kültürü'nü, Mu' dan sonra ikinci kez beşeriyete lütfedilmesi için çok büyük çaba harcamıştır. Şefaat meselesini bu yönden de ele alabiliriz. Kendisi gerçekten büyük bir efendidir. Yani bu kozmik bağlantının, bu müthiş devasa kültürün, bu Sirius Kültürü'nün yeryüzüne getirilmesi için yapmış olduğu büyük çalışmayı şefaat konusu olarak ele alabiliriz. Ve orada kendisi bu büyük şefaat için çok büyük bir ruhsal yayına başlamıştır. Aşağı yukarı 120 yıl boyunca yeryüzüne ikinci kez verilecek olan Sirius Kültürü'nü Agarta da bizzat kendisi planlamıştır. Neyi, ne kadar, ne ölçüde ve ne zaman ifade edeceğini bizzat kendisi planlamıştır. Bu arada dünyanın akaşasını da tetkik etmiştir yani insanların bu Siriusyen kültürle uyumları, Mu dan itibaren 200.000 yıl önceden insanların bu kültürle uyumları, tepkileri, nerede problem çıkar, nerede çıkmaz gibi bütün araştırmaları yaptıktan sonra bu konudaki hesabını kitabını yaptıktan sonra dezenkarne olmuştur. Daha sonrada orijinal bir misyonla peygamber tarzında doğup yeniden bu işi ifa etmiştir. Bu kültürün sembolü kara taştır. Yani kara taş kültü olarak devam etmektedir. Karataş bugün Kabe' de, hala Kabe'de bulunan Hacer-ül Esved dedikleri, herkesinde öptüğü o siyah taştır. Hacca giden herkes aşağı yukarı bunu öpmeye çalışıyor. Şimdi, Muhammed peygamber Kabe' deki bütün putları yıktığında veya kırdığında, o dönemde bir put gibi kendisine saygı gösterilen ve özen gösterilen bu taşa dokunmayarak, onu muhafaza etmiştir. Bunun mutlaka bir nedeni vardır, bilerek yapılan bir şeydir bu ve bu taş Sirius Kültürü'nü sembolize eder. Kaynak olarak ta Satürn' den geldiği ve bu taşın eskiden çok büyük bir manyetik güce sahip olduğu ifade edilmektedir yani sistem buna çok büyük bir manyetik güç yüklemiştir. Bugün kristallerle uğraşanların, kristallerle şifa yapanların ve kristal teknolojisini az çok bilenlerin bu taşlara nasıl bir güç yüklenebileceğini bildiklerinden yola çıkarak bir misal olarak bunu verdim. Bu taşın böyle bir özelliği de vardır. Hatta bir bilgiye göre Sufiyun onun dünyaya geldiğinde aslında bembeyaz olduğunu, fakat dünyanın ve insanların halinden dolayı utancından kapkara kesildiği yönünde de bir ifade kullanmaktadır ama bu sembolik de olabilir. Böyle bir bilgiyi de nakledeyim, bende kalmasın.

Şimdi ezoterik bilgilere göre bu Sirius Kültürü, Satürn ve Venüs aracılığı ile gelmiştir. Ve hatta şöyle bir bilgi de var. Muhammed peygamberin Satürn'deki bilgelerle de bu konuyu tartıştığı, münazara ettiği de ifade edilmektedir.

Bu arada İslam da yeşil rengin kutsal olduğu bilinmektedir. Bu yeşil nereden gelmektedir diye bir soru yönelttiğimizde, hatta İran minyatürlerinde de Muhammed peygamberin yüzü yeşil peçeyle örtülü olarak resmedilmektedir. İşte bu yeşilin de asıl dayandığı ilk hatıranın Agarta da ki Maj Yeşiller Grubu olduğu ifade edilmektedir.

Geleneksel olarak Agarta' nın altı girişi bulunmaktadır. Himalaya kapısı, Gobi kapısı, Saint Michel' deki kapı, Batı Fransa da Bretagne' daki Brocéliande Ormanı'nda yer alan eski kent, Néant Partius' daki kapı, Gize' deki Sfenksin pençeleri arasındaki kapı (ki buradan girilip inisiyatik merkeze ulaşılıyor idi, o zaman) ve Tibet kapısı. Tabi şimdi bu kapılar öyle gidildiğinde çalınıp açılacak tipte değil. Bir takım majik yasalarla gizlenmiş durumda. Size bir misal vereyim. Önünden belki otuz sene gelip geçtiğiniz duvar ve duvar olarak geçtiğiniz bir mekan siz enerjetik seviyenizi yükselttiğinizde size bir kapı olarak gözükmektedir ve o kapıdan dalıp gidiyorsunuz, böyle anlayın. İşte böylece Agarta Konseyi, yeryüzündeki beşeri evrimi fizik düzeyden denetleyip, gözetlemek, etkilemek ve taleplere göre yönlendirmek gibi işlevlere sahiptir. Agarta inisiyeleri nadiren kendi bedenleri ile ve genellikle de enkarnasyon yoluyla yer üstü beşeriyetinin aralarına girerek geliştirici ve yükseltici vazifelerini yapmaktadırlar. Bir çok peygamberler, filozoflar, bilim adamları, liderler, sanatçılar, bilinen ve bilinmeyen ve kimlikleri çoğu zaman saklı üstatlar ve vazifeliler Agarta ' da bu mürşitler odağında inisiye olmuşlar, özel eğitim ve himaye görüp beşeriyete rehberlik etmişler ve etmeye de devam etmektedirler. Böylece inanılmaz bilimler ve kudretler merkezi inisiyelerince fizik ve psişik yetenekleri olağan üstü gelişmiş, maji biliminin hayır yolunda kullanılımının bütün inceliklerine sahip olan Agarta, özellikle son elli bin yıldan beri bütün dünya beşer varlıklarının evrimsel gidişatına çok çeşitli yardımlar yapan bu yüce inisiyatik merkez, yeryüzüne tam olarak hadim olabilen ve tasarruf edebilen ve beşeriyetin gelişim programında pek azı bilinen ve çoğu kez de bilinmeyen sürekli gelişim ve yardımları ile Tanrı'nın arslanlarının gizli yatağıdır.

Agarta veya Agarti, bilgisini, felsefesini, ahlakını ve dini materyalini ve bilimini doğrudan doğruya Mu'dan ve kısmen Atlantis'ten almıştır. Yani Güneş Kültürünün bir devamıdır diyebiliriz. Güneş, az önce değindiğim gibi Mu' da Tek ve Mutlak Tanrı'nın monoteistik sembolü idi. Agarta' nın asıl misyonu Mu' nun vahye dayalı Siriusyen Bilgileri'ni muhafaza etmek ve bunları nesillerden nesillere aktarmak, öğretmek böylece geliştirme misyonunu sürdürmekti. Böylece Agarta yaklaşık elli bin yıldan beri Mu kültürünü, dinini, ahlakını ve bilimini hemen hemen değişik görünümler ve kisveler altında fakat hep aynı kökene ve hep aynı orijine, aynı ana kültüre bağlı kalarak aynı hakikatleri nakletmiştir.

Bu arada Hindistan da ki kutsal nehir Ganj 'a da değinelim. Ganj nehri niçin kutsaldır? Niçin insanlar Ganj 'a girip yıkanırlar, bundan ne umarlar? Bunun üstünde biraz durmak istiyorum. Şimdi manyetik şifa ile meşgul olanlarınızın bildiği gibi suyun tesir taşıma, tesir tutma ve tesir nakletme özelliği vardır hatta manyetik şifacıların suya tesir yükleyip daha sonra o suyu bir hastaya içirdiklerinde manyetik tesirle yüklenmiş sudan şifa buldukları bir çok deneylerde kanıtlanmış bir gerçektir. İşte Agarta bilgeleri dünya insanının üzerindeki çalışmalarında her türlü imkanı, her türlü ne buldularsa kullanma adına Ganj nehrine de böyle bir tesir yüklemişlerdir. Yani Ganj nehri o zamandan itibaren bu kültürü, bu tesiri, bu bilgiyi bünyesinde taşımakta olan bir manyetik nehirdir. Bunun içine girmek halk arasında kutsal vasfını bundan dolayı kazanmıştır, bunun içine girmek, bunda yıkanmak adeta o bilgiye kavuşmak, ona temas etmek, ona dokunmanın bir özlemi olarak gerçekten de bu yönde hizmet görmüştür. Ve bugün artık mikrop yuvası halindedir ama hala bu gelenek devam etmektedir.

Şimdi,ezoterik bilgiler dünya beşeriyetinin eğitim ve öğretim ana programının Sirius Kozmik Kültür Merkezine bağlı olduğunu bildirmektedir demiştik ve bilgilerinde hiyerarşiye bağlı olarak ve kademeli olarak önce Satürn' e oradan da Venüs' e intikal ettirildiğini de ifade etmiştik. Şimdi buraya şu bilgiyi de ilave etmek istiyorum. Aslında iki Agarta var, bir Agarta yok. İlk Agarta, bundan seksen bin yıl önce Venüslü kültür temsilcileri tarafından, bunlara okült bilgilerde Alev Senyörleri de deniyor, bunlar tarafından Gobi' de, Gobi' de ki Beyaz Ada'da kurulmuştur. Ve o çağlardaki ismi Agarta değil, Ayodyha (Güneş Kenti) veya Paradeşa bu Paradeşa zamanla Paradi, Paradis yani cennet kavramına gelmiştir. Gobi de kurulmuş bir inisiyasyon merkezi idi. Tarihi günümüzden yaklaşık seksen bin yıl gerilere gitmektedir. Ve asıl amacı o çağlarda yaklaşık seksen bin yıl önce görevi yüklenebilecek olan Mu insanlarına, Mu bilgelerine, Mu rahiplerine veya Mu hiyerarşisine bu Sirius Kültürünü intikal ettirmekti. Esas misyon buydu ve bu misyon bin yıllar boyunca devam ettirilmiştir. O dönemde bu merkezi teşkil eden soy, Venüsyen soy, Venüsyen bir ırktı ve köklü ve nesillerden nesillere intikal eden orijinal saf bir soydu. Ve bu nesil kendi bünyesine dünyadan hiçbir varlığı almayarak orijinal genetik vasfını korumuş, belli yıllarca korumuş ve misyonunu devam ettirmiştir. Ancak ilerleyen yıllarda özellikle bizim devremizin başında beşeriyetin genetik yapısının yükselmesi açısından dünya insanlarıyla da eşleşmeler yapılmıştır. Bu bilgi Tevrat'ta vardır. Tevrat'ın Yaratılış bölümünde (Genesis) "Tanrı oğulları, dünya kızlarından kendilerine eşler aldılar" ifadesi sarih bir şekilde mevcuttur. Ve onlardan çocukların doğduğu da ifade edilmektedir. Bu bağlamda eldeki bilgilere göre Sümerlerin ve Mısırların ilk krallarının Venüs' lü olduğu ve orijinal Venüs genetiği taşıdığı bildirilmektedir. Bu geleneğin Mısır' da ki yansıması da hepinizin bildiği gibi Mısır' da ki kral sülalesinin daima kendi içinden evlendiği, bünyesine halktan birini almadığı şeklindedir. Bizim şu anki bilgilerimize göre akraba evlilikleri biliyorsunuz özellikle bağışıklık sistemi üzerinde çökme yarattığından sakat doğumlara, zeka özürlerine yol açmaktayken bu nesilde böyle bir probleme yol açmamakta idi. Yoksa bütün Mısır Kral Sülalesi geri zekalı olurdu hiç öyle sakat sukat bir firavun gözükmüyor hepsi taş gibi firavun ama tabi zaman içerisinde bunların hepsi dejenerasyona uğradılar ve orası da bu devrenin bir özelliği olarak dejenerasyonla bir sona doğru, bir sönümlenmeye doğru gitti. Şimdi, bunlara Güneş Sülalesi de deniyor ve bunlar Venüslü varlıklar daha sonradan dünya insanlarından da doğdular ve genellikle Aryenlere enkarne olarak mücadelelerini bu yolla devam ettirdiler. İşte çok sonraları bu merkez Mu ve Atlantis' in kademeli batışlarıyla birlikte Himalayalar' ın derinliklerine doğru çekildi ve bugün bizim söz konusu ettiğimiz okült, gizli Agarta merkezini meydana getirdi. Böylece Agarta 'nın kuruluşunu ve faaliyetlerini, bu Güneş Sülalesini de bu Güneş Kültürünün bir devamı olarak kabul edebiliriz. Yakın çağlara doğru geldiğimizde Agarta' nın bizlere en büyük faydasının özellikle son tufandan sonraki insan neslinin tekamül etmesi için onlara dünyanın muhtelif bölgelerinde meydana getirdikleri mizansenler, hadiseler olarak bakabiliriz. Ayrıca tekamülün ivme kazanması bakımından bir çok sosyal, askeri, kültürel, dini ve tarihte geçen ve geçmeyen tüm hadiselerin arkasında görünmeyen bir güç olarak Agarta bilgeleri mevcuttur. Ve tabiki Şambala güçleri. Bu arada büyük önder Atatürk' ün de Şambala tesirlerini çok olumlu kullanan bir vazifeli olduğunu da bildirmek isterim. Agarta' nın faaliyetleri yani bu son devredeki, bizim devremizdeki faaliyetlerinin aşağı yukarı Tevrat' ta anlatılan olaylar, bunlar Musevi takvimlerine göre sekiz bin yıl gerilere gidiyor, Mısır'a da bağlı bu, yani tahmini on altı bin yıllık geçmişte çok aktif faaliyetleri gözükmektedir ve özellikle daha önceki faaliyetleri bir kenara bıraktığımızda on altı bin seneden beri yani bu neslin atalarından itibaren, bizim atalarımızdan itibaren bu nesli ayıklamak, terbiye etmek, genlerini düzeltmek ve özellikle Atlantis'ten intikal eden kötü karmanın ve astral de öbeklenmiş olan negatif düşünce formlarının yok edilmesi için çok büyük faaliyet harcamıştır Agarta, çok büyük mesai harcamıştır. Çünkü bu formpanselerin psişik tesir ve saldırılarına bütün dünya hala maruzdur. Ve bir bilgiye gören Atlantis 'i batıran on nedenden yedisi bugün Amerika da tezahür etmiş durumdadır. Ve böylece sonuç olarak aslında Agarta ve Şambala her yerdedir diyebiliriz. Eğer insan yeterli oranda samimi, dürüst, namuslu, idrakli ve bilgili olursa ve bilgece yaşarsa mutlaka bu merkezlerden kendisine gelecek olan tesirlerle kontakt kurabilir, her türlü destek ve yardımı alabilir. Ve işte böylece en gizli mabet olan bu mekan gezegenimizin okült hükümetinin merkezidir. Üstatların ve dünyanın gizli arşivlerinin güvence altına alındığı bu yer altı ülkesinin destanı muhteşem bir gerçeklik olarak karşımızda durmaktadır.

Alıntı-Cahit Cümbüşel

Devamı...
Gönderen Tiltombak on
0 yorum
categories: | edit post

[Resim: pyramidekheopstb1.jpg]
PİRAMİTLER'in sayısı 80'e yakındır. Hepsi Nil’in sol kıyısına kurulmuş ve vadide 40 kilometrelik bir uzunluk içine yayılmışlardır. Bazıları ayrı olmakla birlikte çoğu grup halindedir.

Piramitler içinde en çok ilgi çekenleri üç büyük piramit olarak bilinen Giza şehri civarında bulunan abidelerdir. Bunlar varsayılan kurucularının adlarına göre ayrılmaktadır: Keops (Kufu), Kefren ve Mikerinos. Bu üç Giza Piramidinin geometrik ve gözlemsel ilkelere dayalı bir plana göre inşa edildiği ve bu planın da doğrudan astronomik gözlemlere dayandığı ileri sürülmektedir.

Kufu ya da Keops diye de adlandırılan Büyük Piramit, üç büyük piramidin ilki ve en kuzeydekidir. 137 metre yüksekliğindeki ve yaklaşık 6.5 milyon ton ağırlığındaki Büyük Piramit, şimdiki Kahire şehri yakınlarında tam olarak Nil Deltası’nın tabanına yerleştirilmiştir. Mısır astronomi bilgini Mahmut Bey, Keops’un binlerce yıl önce dolanımının en yüksek noktasına varmış Sirius yıldızı ışınlarının piramidin güney tarafı üzerine diklemesine düştüğü bir devrede inşa edilmiş olduğunu söyler.

Piramidin yapım planında sık sık karşımıza çıkan 286,1022 sayısı anahtar sayı olarak kabul edilir, çünkü bu sayı güneş ve yıldız yılının değerini, güneş ile yeryüzü arasındaki uzaklığı, yeryüzü ile yörüngesi arasındaki ilişkiye göre yerçekimi kanununu ve yeryüzü yörüngesinin merkezkaç değişimlerinin sınırlarını belirlemeye olanak sağlamaktadır. Görüleceği üzere Piramit gerçek bir geometri ve ölçü harikasıdır. Birçok bilim adamı ve yazar Giza’daki Keops Piramidi’nin bugünkü bilim bilgileri ve makinelerle bile yapılamayacağını ısrarla söylemektedirler. Büyük Piramit, hiçbir zaman anlaşılmamış olan bir tekniğin ve dehanın gözle görülür tanıklığını yapmaktadır.

Peki Keops Piramidi’nin yüksekliğinin bir milyara çarpımının yaklaşık olarak güneşle dünyamız arasındaki uzaklığı vermesi bir rastlantı mıdır? Piramidin üstünden geçen meridyenin karaları ve denizleri tam eşit iki parçaya bölmesi bir rastlantı mıdır? Taban çevresinin, yüksekliğin iki katına bölünmesinin Pi sayısını vermesi bir rastlantı mıdır? Piramitte dünya ağırlığını gösteren hesapların bulunması bir rastlantı mıdır? Piramidin kurulduğu kayalık alanın büyük bir özen ve doğrulukla düzeltilmiş olması bir rastlantı mıdır? Bugünkü teknoloji ile yapılamayacak bir şeyi, eski Mısırlılar basit teknoloji ve sade aletleriyle nasıl yaptılar? Mısırlılara dünya-dışı zeka, ‘dışardan yardım’ mı geldi? Yoksa bu yapılar Dünya dışı Ziyaretçiler tarafından mı yapıldı.

Büyük Piramit ( Khufu, Keops ) dünya karalarının tam ortasında bulunmaktadır. İnşası sırasında böyle dev bir yapının dünya karalar topluluğunun tam merkezine oturtulması için , yörenin , hatta dünyanın uzaydan görülmüş olması gerekirdi. Bu bakımdan ya uzaylılar ya da uzaylıların yetiştirdiği kimseler tarafından inşa edilmiştir. Araplar, Büyük Piramidin “Uzaydan Gelen Ruhlar “ tarafından inşa edildiğine inanırlar.

Her ne kadar okullarımızda okutulan tarih kitaplarında hala mezar anıt olarak yazılıysa da , Büyük Piramidin Firavun mezarı olarak yapıldığıyla ilgili bilgi , geçerliliğini gün geçtikçe yitirmektedir. Onun yerine onun bir inisiyasyon merkezi hatta güç elde etmekte kullanılan bir enerji üretici olarak yapıldığı konusundaki bilgiler gün geçtikçe güç kazanmaktadır. Çok değişik alşimik çalışmaların yapıldığı ve bu çalışma ve denemeler için gerekli enerjinin üretildiği bir jeneratör olarak yapıldığı daha kuvvetli olasılık halinde karşımızda bulunmaktadır. Gerek bilinen ölçüleri, gerekse biçimiyle büyük Piramit ve ötekiler , mezardan çok bir güç üretici olarak yapılmış olabileceklerini düşündürmektedir. Böyle olunca da böyle bir yapının inşa bilgisinin kaynağı Raymond Drake’in belirttiği gibi ya uzaylılardır ya da onların öğretisinden yararlanmış seçkin kişilerdir.

Ruhsal yetenekleri gelişmiş kişilerin ifade ettiklerine göre , Büyük Piramit manyetik güç yayımını hala devam ettirmektedir. C.H. Williamson ‘un “Other Tongues , OtherFlesh “ ( Başka Diller , Başka Bedenler ) isimli eserinde belirttiğine göre , dünya dışı kökenli insanlar yapıyı meydana getiren çok iri taşları antigravitasyon ya da sonik yöntemlerle ilgili bilgileri uygulayarak yerleştirmişlerdi. Belki de bu insanlar aynı güçleri kendi uzay araçlarını hareket ettirmede de kullanıyorlardı.


Yakın zamanda Mısır'daki Büyük Piramitin hemen üstünde fotograflanmış disk biçiminde bir UFO
Keops Piramidi ya da Büyük Piramit , Kahirenin 16.km. kadar batısındadır. Taban yüzeyi yaklaşık 53.000 m2’lik bir alanı kaplar. Orijinal yüksekliğinin 146 ile 148 m. arasında olduğu tahmin edilir. İnşa edildiği dönemde üzerinde bulunması gereken Kapak Taşı’nın artık olmaması nedeniyle şimdiki yüksekliği 137 metre kadardır. Yapılan hesaplara göre Büyük Piramit İngiltere’de Hz. İsa’dan bu yana inşa edilmiş olan tüm katedral , kilise ve şapellerden daha fazla taş kütlesine sahiptir.

Keops Piramidinin yapımında 2.600.000 adedi aşkın granit ve kireçtaşı blok kullanılmıştır. Blokların ağırlığı 2 tondan 70 tona kadar değişir. Santimetrenin 40’da birine kadar bir hassasiyetle kesilen bloklar o kadar hassas bir şekilde birleştirilmiştir ki , aralarındaki derzlerin açıklığı hiç bir zaman santimetrenin 20 de birini aşmaz.

Arap tarihçisi Abu Zeyd el Balkhy. Eski bir yazılı kaynağa dayanarak Büyük Piramidin “ Çalgı Takımyıldızı (Lyra ) Yengeç burcundayken , yani hicretten 2 kere 36.000 yıl önce “ inşa edildiğini yazar. Bu da yaklaşık olarak günümüzden 73.000 yıl öncesine denk gelir. Ayrıca piramit üzerinde yapılan Karbon-14 tarih belirleme çalışmaları da yine M.Ö 71.000 yılını göstermektedir.

Kefren Piramidi de Büyük Piramidin hemen yanında yükselir. Yüksekliği ilkinden biraz daha azdır. Ancak daha yüksek bir taban üzerinde inşa edildiğinden Büyük Piramitten daha yüksekmiş gibi görünür. Taban kenarı 216 metredir.

Mikerinos Piramidi ise , 70 metrelik yüksekliği ve 108 metreyi bulan taban kenarı ile diğerlerinin yanında çok küçük kalmaktadır. Giza düzlüğünde yer alan bu üç piramidin önemli ortak özellikleri vardır Şöyle sıralayalım :

Yapıların yüzleri yere 52 derecelik açı yapar.

Giriş yerleri kuzey yüzlerinde açılmıştır ve giriş geçitleri yerle 26 derecelik bir açı yapar. Bu doğrultudan gök kutbuna bakarlar.

Bu gün için astronomi ve matematik sayesinde çözülebilen karmaşık bir mimari yapıya sahip piramitler hakkında şöyle bir örnek fikir verebilir:

52 derecelik açı , piramitlerin inşaatçıları için “dairenin kare haline getirilmesine ilişkin Kutsal Geometri probleminin çözümünü sağlayan bir unsur olmuştur. Bu eğimde , yani 51 derece 52 dakikalık bir açıda yapılmış bir piramidin yüksekliği ile tabandaki çevre uzunluğu arasındaki oran , bir dairenin yarıçapı ile çevresi arasındaki orana eşittir. Bu oran ½ değerindedir. Sonuçta Gize piramitlerinin inşasında pi = 3.1415 değerinin kullanılmış olması günümüz bilim adamlarının şaşırtıcı bulduğu bir gerçektir.


Eski Mısır’ın D.D uygarlıklarla kurdukları bilimsel, sanatsal ve kültürel bağları örneklerken üzerinde durmak istediğimiz konu Piramitlerin mimari, arkeolojik ve matematiksel yönlerinden çok , kozmik anlamları. Bu nedenle şimdi birazda Giza Piramitlerini okült açıdan inceleyelim.

Teozofist A.P. Sinnett, Büyük piramidin yapımıyla ilgili şunları söylüyordu:

“ Keops Piramidinin yapımında kullanılan taşların manipülasyonu, ancak ve ancak , daha sonraları insanların yitirdikleri belirli bir doğa bilgisinin bu işte kullanılmış olmasıyla açıklanabilir. Doğanın gizemiyle ilgili o bilginin Veli bekçileri , ağır cisimlerin fiili ağırlığını istedikleri gibi değiştirebilecek şekilde maddenin çekimini kontrol edebilirler ve daima da edebilmişlerdir."

"Dev yapılar mimarisinin harikaları işte böyle açıklanır. Piramitlerin yapımını yöneten üstatlar , kullanılan taşları kısmen levite etmek şekliyle bu işlemi kolaylaştırmışlardı. Majik asalar... Üstatlara eski çağlarda , doğanın kudretini açığa çıkaran anahtarlar teslim edilirdi. Gizli kelimeler ve vibrasyonel motor... Dalga boyları ve dev granit blokların levitasyonu.”

Okültist Annie Besant ise şöyle diyordu:

“ Mısır’daki taşlar ne sırf kas kuvvetiyle, ne de modern teknolojiyi aşan hünerli cihazlar kullanılarak dikilmişti. Bu taşlar , dünyasal manyetizmin güçlerini anlayan ve kontrol edebilen kişilerce dikilmişti. Neticede , taşlar ağırlığını kaybediyor ve tek bir parmağın temasıyla yönetilmek suretiyle havada yüzerek, belirlenen yerlerine oturuyorlardı.”

Annie Besant “ Dünyasal manyetizmanın güçlerini anlayan ve kontrol edebilen “ kişilerden söz ederken acaba kimleri kastediyordu?...

Çağlar boyunca sırlarını hiçbir uygarlığa açmadan , günümüze kadar gelen piramitler , dünya bilim ve teknolojisini aşan bir teknik, mimari bilginin ürünüdürler. Bu bilgi D.D kaynaktan gelmiş ve hala dünya bilim adamları tarafından çözülememiş olabilir mi ?

Çok eski efsanelerde piramit inşasında kullanılan “majik çubuklar”dan söz edilir. Bu çubuklarla belirli bir dalga boyunda olmak üzere , önceden tespit edilmiş bir vibrasyonel ses tonu oluşturulabiliyordu. Walter Owen 1947 yılında sesin ezoterik kullanımı hakkında şunları yazmıştı: “ Ses herkesin düşünemeyeceği türden imkanlar taşıyan bir kudrettir. Ve bu kudretin kullanımı , kadim ermişlerin bildikleri , fakat günümüzün emekleyen biliminin yitirdiği ve ya karşısına geçip dudak büktüğü bir bilimdir. Kozmosun çevresi ve dokusu ses kudreti sayesinde ayakta durmaktadır ve yine ses kudreti sayesinde çözülerek yok edilebilir. Mısırlı rahipler bu bilgiye sahiptiler.”

İster istemez akla şu soru geliyor ; Mısırlı rahipler bu bilgiyi nereden almışlardı?,

Mühendis Rudolph Gantenbrink’in 1993 yılında Büyük Piramitte gerçekleştirdiği buluş da aynı ölçüde ilgi çekicidir. Gantenbrink ve ekibi “UPUAUT 2” ismini verdikleri küçük bir robot aracı Kraliçe Odası’ndaki hava kanalının içine yollamış ve bugüne kadar hiç bilinmeyen 60 metrelik bir tünel bulmuştu (Altta). Gantenbrink, iki haftalık bir çalışmadan sonra 4500 yıllık metal bir kapıya ulaştığını söylüyor ve bu kapının bilinmeyen bir alana açıldığını iddia ediyordu. Fakat ne yazık ki kapının keşfinden sonra geçitlerdeki tüm araştırmalar Mısırlı yetkililer tarafından durdurulmuş ve yeniden başlatılmasına izin verilmemiştir. Yani yine bişeyler örtbas edilmeye çalışılmaktadır...
[Resim: pyramideyf3.jpg]

PİRAMİTLERiN ESRARI

*Keops piramitinin 12 ton ağırlığında iki buçuk milyon kat bloktan oluşmuştur. Günde on blok yerleştirilmesi halinde yapımının 664 yıl sürer.. Ve bu taslarin temin edilibilecegi en yakin mesafe yüzlerce km. uzakliktadir. Bu taslarin nasil getirildigi bilinmemektedir.

*Piramitin üstünden geçen meridyen karaları ve denizleri tam eşit iki parçaya böler ve piramitin dünyanın ağırlık merkezinin tam ortasında bulunur.

*yüksekliğinin (164 m.) bir milyarla çarpımının güneşle dünyamız arasındaki uzaklığı verir.

*Taban alanının, yüksekliğinin iki katına bölünmesinin pi sayısını verdiğini,

*Piramit kimin adina yapildiysa, onun bulundugu odaya, yilda sadece 2 kez günes girmektedir.(dogdugu ve tahta çiktigi günler)

*Mumyalarda radyoaktif madde bulundugundan; mumyalari ilk kez bulan 12 bilim adami kanserden ölmüstür.

*Piramitlerin içerisinde ultra sound, radar, sonar gibi cihazlar çalismamaktadir.

*Kirletilmis suyu, bir kaç gün Piramit'in içine birakirsaniz;suyu aritilmis olarak bulursunuz.

*Piramit'in içerisinde süt, bir kaç gün süreyle taze kalir ve sonunda bozulmadan yogurt haline gelir.

*Bitkiler Piramit'in içinde daha hizli büyürler.

*Piramit'in içine birakilmis su, 5 hafta süreyle bekletildikten sonra yüz losyonu olarak kullanilabilir.

*Çöp bidonu içindeki yemek artiklari hiç koku nesretmeden Piramit içinde mumyalasir.

*Kesik, yanik, siyrik gibi yaralar büyükçe bir Piramit'in içinde daha çabuk iyilesme egilimi gösterir.

*Piramitlerin bazi odalarinin içinde ne oldugu hakkinda bir bilgi yoktur. Arastirmacilarin çogu ya içinde kayboldu yada ayni yerde bir kaç tur attilar, fakat içlerini göremediler.

*Piramitlerin yazin içi soguk, kisin içi sicak olur..


KEOPS PİRAMİDİ

Gize’de antik Memfis mezar kentinde bulunan üç piramitten biridir. Bugün Mısır’ın başkenti Kahire’nin bir parçasıdır. Dünyanın yedi harikasından günümüze kadar ulaşan tek eserdir.

Binlerce yıl boyunca Keops piramidinin bir mezar olduğuna inanılmıştır. Keops piramidinin 30 yılda yapıldığı düşünülmektedir. Önce bir kent yapılmış taş bloklar taşınmış ve yığılmıştır. Yüzeyin düzleştirilmesi için uzun zaman çalışıldığı sanılıyor. Taş blokların nasıl yerleştirildiği henüz anlaşılmış değil çeşitli kuramlar üretilmektedir. Bir kurama göre yapılan spiral bir rampadan çıkarılan taş bloklar üst üste konuyordu.Rampa çamur kaplanıyor sulanıyor ve taş bloklar itilerek kaydırılabiliyordu. Diğer bir kurama göre taş bloklar dev manivelalarla kaldırılıyordu.Tarihçi Herodot'a göre, ağır granit blokları, piramidin üst bölümlerine çıkarmak için 925 metre boyunda, 19 metre genişlikte bir rampa yapılmıştır. Sadece bu rampanın yapılması bile 10 yıl sürmüştür.

İlk yapıldığında 145,75 metre olduğu düşünülen Keops piramidinin bu güne kadar 10 metresini kaybettiği düşünülmektedir.43 yüzyıl boyunca dünyanın en yüksek yapısı olarak kalmış ancak 19. yüzyılda geçilebilmiştir.Eğimi 54 derece 54 dakikadır.Bir kenarı 227 metre olan dörtgen tabanı 50.524 metrekarelik bir alanı kaplar.Piramidin iç ortasında, tepeden 100 metre kadar aşağıda ve tabandan 40 metre kadar yukarıda firavunun odası vardır. Firavunun mumyası, hazinesi ve özel eşyası bu odaya konmuştur. Oda 10,5 metre uzunlukta, 5 metre genişlikte ve 6 metre yüksekliktedir. Buraya 50 metrelik bir dehlizden girilir. Biri kraliçeye ait olan iki oda daha vardır.


Piramidin her biri birkaç ton ağırlığında olan iki milyon taş bloktan yapıldığı sanılmaktadır.

Eski Mısırlıların neslinden gelen bir azınlık olan Kıptilerin inancına göre, bu piramit Tannların Çağına ait bilgilerin bir birleşimidir.

Büyük piramidin gizli bilgiler barındırması, ilk olarak Napolyon ordularının Mısır'ı işgali sırasında Fransız mühendislerinin çalışmalarıyla ciddiye alınmıştır. Bu mühendisler piramiti bir triangülasyon noktası olarak kullanmaya kalktıklarında, dört kenarının dört ana yöne dönük olduğunu ve boylam dairesinin de tam piramitin doruğundan geçtiğini fark etmişlerdir. Doruktan geçen diagonal çizgiler kuzeye doğru uzatıldığında Nil Deltası'nı iki eşit parçaya bölmektedir. Taban köşegenlerinin kesiştiği noktadan kuzeye uzatılacak bir doğru, kuzey kutbunun yalnızca dört mil uzağından geçmektedir (ki piramidin yapımından bu yana geçen uzun süre içinde kutup noktasının yer değiştirmiş olması da mümkündür)

Bugünün uzunluk ölçüsü olan metrik sistemin birimi metredir. Yani kutuptan ekvatora kadarki meridyen uzunluğunun on milyonda biridir. Bu ölçü Fransızlar tarafından, Mısır işgalinden kısa süre önce ortaya çıkarılmıştır. Piramidin ölçüsü olarak kullanılan kübit ise, eski Mısırlıların kullandığı ölçüdür ve Fransızlann biriminden binlerce yıl önce bulunmuş bir birimdir. Bir kübit'in uzunluğu bir metreye çok yakın olmakla birlikte, metreden daha dakik bir birimdir. Çünkü bu ölçü herhangi bir meridyen çevresine değil, kutup ekseninin uzunluğuna göre hesaplanmıştır. Meridyen uzunlukları, dünya çevresine göre değişebilmektedir.

Büyük Piramid'in Mısır kübit'ine göre alınmış bazı ölçüleri, yerküre hakkında, dünyanın güneş sistemindeki yeri hakkında, sonradan, unutulup modern çağda yeniden keşfedilmiş bir hayli bilginin var olduğunu göstermektedir. Bu bilgiler ancak matematik olarak ifade edilebilmektedir. Piramidin çevresi, bir yıl içindeki gün sayısını (365.24) göstermektedir. Bu çevrenin iki katı, Ekvator'da bir boylam derecesinin bir dakikasına eşittir. Eğik kenar üzerinden, tabandan doruğa 'kadar olan uzunluk. bir paralel derecesinin altıyüzde biridir. Çevreyi yüksekliğin iki katına böldüğümüz zaman, (pi) sayısı olan 3.1416'yı bulmaktayız (Bu rakam, eski Yunanlılann bulduğu pi sayısından, yani 3.1428'den çok daha gerçektir)

Piramidin ağırlığı 10 üzeri 15‘le çarpıldığında, dünyanın yaklaşık ağırlığını vermektedir. Dünyanın kutup ekseni, doğrultusunu günden güne değiştirmekte ve böylelikle her 2,200 yılda güneşin arkasına yeni bir burcun gelmesine olanak vermektedir. ilk durumuna ancak 25.827 yıl sonra varmaktadır. Bu sayı da, 25.826.6 olarak piramidde ortaya çıkmaktadır. Bu sayıyı veren, taban köşegenlerinin toplamıdır. Büyük piramidin içinde Firavun odasının boyutlan, iki temel Pisagor üçgeninin eşidir: 2.5:3. ve 3.4.5. Oysa piramit, Pisagor'dan binlerce yıl önce yapılmıştır. Bu verilen ölçülerin, piramidin ölçü rastlantılarından yalnızca küçük bir kısmıdır.

[Resim: piramit_9.jpg]

Devamı...
Gönderen Tiltombak on
0 yorum
categories: | edit post

Herşeyi Yak

Yunusların Mükemmel Gösterisi