İnsan hayatı boyunca hep bir arayış içindedir. Mutluluğa ulaşmak için sahip olmak istediklerinin hayalini kurar ve bu hedeflere ulaşacağı zaman mutlu olacağını zanneder büyük beklentilerle yaşar. Benlik bunları ister.. sonrası.. gerçekleşmezse mutsuz olur.. sahip oldukça daha fazlasını ister ve bu denklem sonsuza kadar uzar. Asla mutlu olmaz. Bütün mutsuzluklar, bir şeylere sahip olduğumuz zannından ve zaten olacak olana direndiğimizden doğuyor.

Özgürlük ve zorunluluk
Aşırı özgürlük ve seçim fazlalığı insanların hem maddi hem de manevi yönden dağılmalarına neden olur. Manevi yönden aşırı özgürlük "seçim fazlalığı" olarak belirir. Eğer insanın, herhangi bir konuda, seçenekleri fazla ise tereddüde düşmesi ve seçimini geciktirmesi doğaldır. Tereddüdün nedeni de bilgisizliğin sonucu oluşan bir umuttur. Oysa ki, az seçimi olan veya hiç seçimi olmayan bir insan için ne tereddüt söz konusudur, ne umut. Seçimi olmadığından hiçbir tereddüde yer kalmadan gerekli davranışta bulunur.

insan ne ise, o olmayı reddeden tek yaratıktır.(Albart Camus)
Çoğunlukla toplumun bir parçası olmak adına kendimiz dışında herşey olmaya çalıştıkça hep eksik hissederiz birşeyleri.. değilmiş gibi yaparız.. İstediğimiz son şey yalnız kalmaktır.. Ölesiye korkarız yalnız olmaktan. Halbuki bu korkuyla(kaygıyla) yaşayan bir ölüyüz..

İnsanlar yalnız kalmamak için ellerinden gelen her şeyi yapıyorlar. Kendi akışına bırakmadan sürekli arkadaş, sevgili ve ahbap arayışı hep bu korkudan kaynaklanıyor. Nedeni de kendi özlerinden uzaklaşmış olduklarıdır. İnsan kendi özü ile yüzleşmekten her nedense çekiniyor. Özünden uzak olan insan da bir boşluk ve hiçlik duygusu içine düşüp bunalıma giriyor. Özünü arayan insan için yalnızlık hiç de korkulacak bir şey değildir. Yalnızlıkta özgüven ve teslimiyet vardır.

Kozmik Çocuk ve Yüreğimizin Hapisanesi
Saflığın, bozulmamışlığın simgesidir çocuk. Henüz üzerine yazılmamış beyaz bir kağıttır.
Ana rahminde huzur, güven ve rahatta iken istemediği halde yeni bir aleme doğar ansızın.
Ağlayarak ve istemeden doğar çocuk; huzur, güven ve rahatlık aleminden niçin dışarı atılır ve ondan beklenen nedir?

Ana rahminden ayrılıp bu dünyaya adım atan ve doğduğu andan itibaren acıyla tanışan insan için bir yolculuk başlar. Bir dönüş yolculuğudur bu ve bir zamanlar huzur, güven ve rahatta olunan aleme özlem nedeniyledir ki ona aşk diyoruz. İnsan tüm yaşamı boyunca bilinç altında taşıdığı o alemin özlemi içinde yaşar ve O'na kavuşmak için her yolu dener. İnsan denilen varlığın bu dünyadaki macerası bundan ibarettir. Bu dünyada yaptığımız her eylemin altında -bilinçli yada bilinçsiz-bu amaç, bu özlem yatar.

Bu yolculuk süresince her insan bir yalnızlık adasıdır. Yada kendi yüreğinin hapishanesinde yaşayan bir mahkumdur. Bu anlamda aydınlanmamış insanın yüreği bir hapishanedir. Bu hapishanede doğar ve bu hapishanede ölürüz. Yalnız gelir, yalnız gideriz . Hayat; yalnız olanın yalnız olana doğru yaptığı sonsuz bir keder ve hüzün yolculuğudur. Her hapishane gibi kapıları kilitlidir bu yürek hapishanelerinin ve açılmayı beklerler umutla. Bütün hapishanelerin kapıları dışarıdan açılır ve anahtar mahkumda değil gardiyandadır. Fakat yürek hapishanelerinin kapıları içerden açılır ve anahtar mahkumun boynunda asılıdır da yine de kapıyı açamaz yürek mahkumu. Neden?

Çünkü yürek mahkumuna kapıyı açmaması öğretilmiştir. Çünkü özgürlük vardır dışarıda ve özgürlük “korkulacak” bir şeydir. Toplum kurallarına, geleneğe, öğrenilmiş davranışlara uyma, atalara ve yönetenlere baş eğme ve yabancı olana düşmanlık öğretilmiştir. İnsana en çok yakışan ve onu gerçek insan yapacak olan özgürlük öğretilmemiştir. O nedenle mahkumun eli boynunda asılı olan anahtara gitmez, bir türlü.

Dünyadaki bütün kadim arayış ve kişisel gelişim öğretileri- ana rahmine dönülemeyeceğine göre- dönülecek yerin insanın kendi gönlü olduğu konusunda hemfikirdirler. Kendi yüreğinin hapishanesinden çıkan insan, daha sonra kapıları açılmış ve özgürlüğün yurdu olmuş kendi gönlüne girecektir. Kendi gönlüne giren tüm gönüllere girmiş ve ikilik son bulmuş olur. Yolculuk senden sana doğrudur. Ana rahminin yerini gönül almıştır.


Aslında herşey içimizde yaşanır. Fakat herşey bizim dışımızday-mış gibi yaşarız, öyle algılarız. Dünyadaki olaylara nasıl bakarsak öyle algılarız. Herkesin Dünya bakışı izafi olacağından çatışmaların nedeni de bu değilmidir?

Farketmesek bile içimizde hakikati bulma arzusu vardır. Kendim olursam özümdeki iyi olursam tüm insanları etkilerim gerçeği bu kapıya giden ilk adımdır. Hakikate açılan kapı da burdan geçer. Gerçek izafidir Hakikat bir.

Ama şimdi ile tehdit edilmekteyiz ve bazen bu bizi rahatsız ederken geçmiş yada geleceğe atlarız.

GEÇMİŞ, ŞİMDİ, VE GELECEK ASLINDA AYNI ZAMANDIR (AN)

İnsan çocukken kolayca mutlu olabiliyorken zaman içinde Neden? “biz büyüdük ve kirlendi dünya” demeye zamana küfretmeye başlar. Kirlenen dünya mı yoksa bizmiyiz?

İnsanın 5 duyusuyla algıladığı zaman kavramı yaşanmış yaşanan ve yaşanacak olaylardır. Akan bir zamana tabi olduğumuzu algılar, yaşamlarımızı geçmiş, şimdi ve gelecek olduğunu sanırız. Bizi yanılgıya sokan hırslarımızla, maddi arzularımızla özümüzden uzaklaşmadır.

İnsanın sahip olduğu her türlü bilgi, yaşadığı her olay, karşılaştığı her detay, hayatı boyunca gördüğü, duyduğu, bildiği, hissettiği her şey bu hafızada depolanır, zamana ait hisler de aynı şekilde hafızadaki bir bilgiden ibarettir. İnsan özündeyken saf iyilikle yaptığı şeyler hep hafızadadır, özünden uzaklaşıp başkalaştığında yaptığı şeyler de. Bunlar geçmiş şeyler olsa da geleceği etkiler. Öyleyse öze dönüp anı hakikat aşkıyla yaşayıp bütünleşmek lazımdır.

Fizik dünya bir zaman-mekan dünyası, ruhsal dünya ise bir zaman-durum dünyasıdır.

İnsan için var olmak ancak “an” denen çok kısa bir noktasal boyutta yaşamaktır. An hem sıfır hem de sonsuz süre içerir. Yani nokta gibi boyutsuzdur. An’ın eni, boyu ve uzantısı yoktur. Öte yandan, zaman denen süre insan ürünüdür. Ama bu fark anlatılamaz. Çünkü her söz bir süre içerir.

An denen nokta, aşk noktasıdır. O noktanın verdiği hareketle dolaşma, gezinme ve uzaklaşma olunca, zaman kavramı ortaya çıkar. O noktada ne derinlik, ne uzunluk vardır ama uzaklaşılınca zaman ortaya çıkmaktadır.

Bu durumu sürekli yaşayabilmek elbette ki çok zordur. Fakat, bu düzeye ulaşmış ve yaşamlarına katmış olanların ifadesine göre aşkınlığı tanımlayan tek sözcük “aşk” sözcüğüdür. Çünkü aşk, aşkınlık durumudur da ondan.

Aşkınlık durumu olan “aşk” bir duygu bütünlüğü içerir. Aşık insan, beş duyusundan gelen verileri yorumlamakla ilgilenmez, onlarla bütünleşir. Yani, aşık olan insan için özne-nesne ayrılığı biter.

Kozmik Şuur
İnsan kendini tanır ve bilirse, kendi ruhsal bedeninde olan kanunları ve ilkeleri tanırsa evreni de tanır. Onun için Sokrat'tan beri, kendini bilen tanrısını bilir, evreni bilir denmektedir.

Alimliğin de, cahilliğin de sonu yok!
Hakikati arama yoluna çıkan kişiler önce bilgi toplamaya başlar. Yolda ilerledikçe özellikle de edindiği bilgiler nedeniyle bir şeyin bilgisine sahip olmayı o şeyin haline de sahip olma yanılgısına kapılır ve kendisini bu tür uğraşıların dışında olan kimselerden farklı ve üstün görmeye başlar.
Peki nedir bizi biz yapan ,can yapan;

Benlik yani can; ilahi bir oluş sırrı ile yaratılan madde ötesi manevi şahsiyetimiz, kişiliğimizdir. Huy, akıl, gönül, irade, düşünce gibi çeşitli unsurlarıyla bizdeki benlik duygusu ve insanın özü.

Benlik iki kısımdır. Bir parçasını nefs, diğer bir parçasını da ruh teşkil etmektedir.

Nefs; Benliğin çirkin, bedensel istek ve arzuların tümünü kapsar. Nefsin özellikleri; bencillik, kibir, dedikodu, gurur, şehvete aşırı düşkünlük, öfke, kin, cimrilik, v.s.dir. Kendi varlığını herşeyin üstünde tutan hep kötülüklere çalışan tutumuyla yanılgıların kaynağıdır. (Benlik duygusu olan kimse bu sıfatların bir tanesini bile kabul etmez)

Ruh; Nurdur. İnsana yansıyan ve ona hayat veren ilahi bir kudret, Yaratıcı ile insan arasında ilahi bir ceryandır. Benliğe güzel ve iyi sıfatların kazanılması için, ona gerçekleri hissettiren ilahi bir güç.

İçimizde 2 tane ses devamlı konuşup duruyor. Hiç susmuyorlar. Biri diyor ki "O sana şunu dedi, sen de ona hemen şunu söyle" Öbürü de diyor ki "Ya boşver öyle deme, morali bozuktu bu sebeple öyle dedi. Sen en iyisi onu hoşgör, ona güzel bişi söyle"

Peki ya kötü bişi yaptıktan sonra çektiğimiz vicdan azabı nedir? Neden vicdan azabı çekeriz? Bu azabı bize ne çektirir?

İşte birbirinin zıddı bu iki yönümüzle Dünyada ya aşağılara ineceğiz veya yükseklere çıkarak yüceleceğiz.

İçimizdeki bu çatışmalar bitmeden nasıl mutlu olacağız? Bir tarafın sesini bastırarak ya da es geçerek mi yoksa her iki sesi de aynı şeyi söyler hale getirerek mi?

Ruh nefsi, nefs de ruhu hakimiyeti altına alabilir. Nefsin ruha galibiyetinde negatif kuvvetlerin eline geçen nefs, azab çekerek cehennemi yaşar; nefsin ruh gerçeğini hissederek ona sahip çıkması halinde ise pozitif kuvvetlerin kaplaması ile o kul, sonsuz kurtuluşu ve cenneti yaşar. Yaratılış yasası gereği nefs; acı çekerek, yoğrularak adım adım olgunlaşır ve kemale erer. Ruh için olgunlaşma düşünülemez, o Allah'tan gelen ilahi bir yönümüzdür.

Nasıl doğada hiçbir maden saf olarak bulunmuyor, her daim saflaştırmak, şekil vermek, düzeltmek için ateşe ihtiyaç duyuluyorsa; nefs de maden gibidir. soğukken şekil almaz, ateşte eritilmedikçe ne düzelir ne yola gelir. ki o ateş, aşk'tır. Bu yüzden aşk, nefsi terbiye methodudur.

Ruhun esareti nefsin hürriyetidir, nefis esir alınamadıkça ruh hürriyete kavuşamaz. Nefsin istek ve arzularını öldürmedikçe, ruhu diriltmek mümkün değildir. Şu halde ölmeden evvel ölmek, yani nefsi öldürmek lâzım ki ruh dirilsin. Nefsin işgali altında kalan ruh ya hastadır, ya da ölü mesabesindedir, yani canlı cenazedir.

Doğumdan mezara yolculuk halinde, seferdeyiz.

Gönderen Tiltombak on 29 Ağustos 2009 Cumartesi

0 yorum

Yorum Gönder

Herşeyi Yak

Yunusların Mükemmel Gösterisi