Yüzyılın projesi yüzyılın fiyaskosuna dönüştü | |
BOTAŞ, Bakü-Tiflis-Ceyhan boru hattında zarar ettiğini itiraf etti Gülümhan GÜLTEN / VATAN BOTAŞ, yüzyılın projesi olarak lanse edilen, yılda en az 300 milyon dolar taşıma ve vergi geliri elde etmeyi planladığı Bakü-Tiflis-Ceyhan boru hattında zarar ettiğini itiraf etti. Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurumu ve KİT Komisyonu’na gizli ibareli bilgilendirme yazısı yazan ve 3 yılda 210 milyon dolar zarar eden BOTAŞ “Anlaşmalar değişmezse zararımız artarak devam edecek” dedi ANKARA - Türkiye, “yüzyılın projesi” olarak lanse edilen Bakü-Tiflis-Ceyhan (BTC) Projesi’nde hayal kırıklığı yaşıyor. BOTAŞ’ın, Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurulu (YDK) ve Meclis KİT Komisyonu’nun sorularına karşılık, Ekim 2009 tarihi itibariyle gelinen noktayı anlattığı “gizli” ibareli açıklama, Türkiye’nin BTC’de yaşadığı fiyaskoyu gözler önüne serdi. BOTAŞ’ın bu açıklamalarıyla “yüzyılın projesi”nin Türkiye için “yüzyılın hatası”na dönüştüğü ortaya çıktı. Söz konusu gelişmeler, Meclis KİT Komisyonu’nun 9 Aralık’da “gizli” oturumla gerçekleşen toplantısında gündeme geldi. Burada BOTAŞ, “Türkiye BTC’de zarar ediyor. Anlaşmalar değişmezse zarar büyümeye devam eder” diyerek, kritik bir itirafta bulundu. BOTAŞ, Türkiye’nin altına imza attığı anlaşmalardan kaynaklanan zararı önlemek için anlaşma şartlarının değiştirilmesi için uğraştığını belirtirken, uluslararası anlaşmalardaki şartların değişeceğine pek de şans tanınmıyor. BTC hattının açılışından bugüne geçen 3 yılda BOTAŞ International Ltd.’nin (BIL) Ekim 2009 itibarıyla geldiği nokta KİT Komisyonu’nda “Sürekli zarar eden ve finansman ihtiyacını kısa ve uzun süreli krediler ile karşılamakta olan BOTAŞ BIL şirketinin, borçlarını tasfiye edebilmek amacıyla sermaye artırımı çalışmaları yapılmakta olup, 2007 yılı sonunda öz kaynaklarını tamamen yitirdiği ve yabancı kaynakları ile de zararlarını finanse eder duruma geldiği...” şeklinde anlatıldı. Sabit ücret aleyhimize BOTAŞ ise Türkiye’nin işletmesinde sürekli zarar ettiği hatta durumu değiştirmek için yapılmaya çalışılanları şöyle anlattı: BTC Co. şirketiyle görüşmeler ve müzakereler sürdürülmekte olup, BTC Co. şirketine çeşitli öneriler sunulmuştur. Bunların en önemlisi, uluslararası kabul görmüş uygulamaların dışında kalan ’anlaşma süresi boyunca uygulanacak sabit taşımacılık ücretinin’ eskalasyona tabi tutulması ve asgari taşıma taahhüdünü içerecek şekilde anlaşmanın revize edilmesi istenmiştir. BOTAŞ, Türkiye’nin BTC hattında nasıl sıkıştırıldığını da şu ifadelerle anlattı: “BIL’in geliri sevk edilen petrol miktarına bağlı olup, beklenen kar düzeyine ulaşılamaması tamamen BIL’in kontrolü dışında olan 2 nedene bağlıdır. ilki, anlaşmalarda ’Throughput (petrol miktarı, doluluk) garantisi’ yoktur. Bu yüzden BTC Co. vaadettiği petrolü sevk etmeyerek BIL’in gelirlerinin düşük kalmasına neden oluyor. Taşıma geliri, petrolü pompalamaya gidiyor Anlaşmalarda BTC Co. tarafından pompa istasyonları yakıtı olarak petrol tercih edilirse, BIL’e varil başına 18 doları geçmeyecek şekilde petrol sağlanacağı garanti altına alınmıştı. Böylece yakıt tavanı getirilerek, maliyet sınırlanmıştı. Ancak BOTAŞ, BTC Co.’nun bir başka manevrayla BIL’i nasıl zor durumda bıraktığını şöyle anlattı: ”... BTC Co. petrol yerine yakıt tavan fiyat garantisi olmayan doğalgazı seçmiş, hampetrole gelen fiyat artışlarının doğalgaza yansıması sonucu işletmeci BIL şirketi büyük miktarlarda yakıt gideri ödemek zorunda kalmaktadır BOTAŞ bütün bu sorunların ardından BTC Co. ile masaya oturulduğunu belirterek, ilk başka uluslararası şirketten ’throughput garantisi’ istendiğini açıkladı. Türkiye’nin boru hattının kuruluşunda ısrar etmediği için alamadığı bu hakkın sağlanması halinde BIL’in yıllık gelirinin garanti edilmiş olacağı belirtildi. Ayrıca doğalgaz manevrasıyla BIL’in zarar ettirilmesinin de önüne geçmek üzere BTC Co.’dan petrole verdiği” yakıt birim fiyat garantisi“ni doğalgaza da vermesinin istendiği belirtildi. 900 milyon dolar kazanacaktı 210 milyon dolar zarar etti Devlet başkanlarının katılımıyla BTC Boru Hattı’nın açılışı 13 Temmuz’da 2006’da gerçekleştirildi. Türkİye BTC projesine, enerji ihracatında Rusya’ya olan bağımlılığı ortadan kaldıracağı, Boğazlar’daki petrol tehdidini azaltacağı, Türkiye’yi bir enerji köprüsüne, Ceyhan’ı da Rotterdam gibi bir enerji üssüne çevireceği iddiasıyla sarılmıştı. 1.074 km’si Türkiye’den geçen ve Türkiye kısmı 1.7 milyar dolara malolan petrol boru hattı, yıllar süren çetin pazarlıkların ardından, Haziran 2006’da ilk tanker yüklemesini yaptı. Açılış töreni ise 13 Temmuz 2006’da gerçekleşti. BTC boru hattının işletmesini çok ortakla oluşturulan uluslararası BTC Co. şirketi yürütüyor. Şirketin hakim ortağı İngiliz petrol devi British Petroleum (BP) Boru hattının Türkiye kısmı BOTAŞ’ın sahibi olduğu BOTAŞ International Limited (BIL ) tarafından işletiliyor. Türkiye kritik önem taşıdığı boru hattından, yapılan anlaşmalar nedeniyle sadece varil başına 35 cent ”geçiş ücreti“ ve 20 cent de vergi alıyor. Türkiye’nin altına imza attığı anlaşmalar nedeniyle, petrol fiyatlarının artmasıyla BTC Co. şirketinin gelirleri artıyor ama Türkiye’nin şirketi BIL’in gelirleri artmıyor. Aksine azalıyor. Ayrıca artan işletme maliyetleri ve doların değer kaybetmesi sebebiyle de BIL’in aleyhine bir durum ortaya çıkıyor. Boru hattının BOTAŞ’a yılda 300 milyon dolar gelir getirmesi amaçlanmıştı. Ancak boru hattı açıldığı 2006 Temmuz ayı başından Temmuz 2009 tarihine kadar geçen toplam 3 yıllık sürede Türkiye sadece 380 milyon dolar taşıma ve vergi geliri elde edebildi. Merkezi Jersey Adaları olan BIL’in giderleri düştükten sonra 3 yıllık net bilançosunun ise 210 milyon dolar eksi olduğu ortaya çıktı. Kaynak Yüzyılın projesini yüzyılın avanaklığına dönüştürdüKim dönüştürdü diye soracaksınız, ben baştan söyleyeyim; Tayyip Erdoğan yönetimi dönüştürdü ve bu gerçeği bu kez Ankara’da “bir başka yüksek denetleme kurulu deneticisi” bulup çıkardı, Meclis’e getirdi. |
Jet Audio,popüler bir ses ve video çoklu ortam oynatıcısıdır. Programın kullanıcıya kolaylık sağlaması için masaüstü uzaktan kumandası da var.
Programın çaldığı ses ve video dosyalarının formatları :
Ses için; CD, WAV, MP3, RM, MIDI, video için; AVI, MOV, MPEG ve diğer formatlardır. Ayrıca 20 kanallı spectrum algılayıcı bulunmakta. MP3PRO çalabilme özelliği de mevcut.
Jet Audio ile film izlemekte hem kolay hem de eğlenceli. Ayrıca video izlerken görüntü yakalama özelliği sayesinde istediğiniz görüntüleri BMP formatında resim olarak kaydedip daha sonra bakabilirsiniz.Jet Audio ile müzik dinlemenin de keyfine varıyorsunuz. Programda 7 tane müzik tarzı var. Bunlar; pop, rock, jazz, classic, vocal ve flat. Programda 1000 internet radyo istesyonu kayıtlı böylece internetten de radyo dinlemenin zevkini tadacaksınız.
http://hotfile.com/dl/18871219/6210f24/Cowon_JetAudio_7.5.5.25_Plus_VX_Portable.rar
Herkese tavsiye ederim.Taşınabilir(Portable) bir program.Winamptan da Media Playerden de çok iyi,kaliteli.
Bazı Kürtlere göre “kahraman”; kimi Kürt aydınına göre “iblis”; Dersimli Kürtlere göre “hain”; Aleviler’e göre “cellat”; Doğulu şeyhlere/şıhlara göre ise “Mevlana Hakimüddin” idi…
Sünni Kürtleri, Alevi Türkmen Safeviler’in kılıcından Osmanlı’yla ittifak yaparak kurtaran İdris-i Bitlisi gerçekte kimdi? Türkleri nasıl Kürtleştirdi? DTP’nin kapatılmasıyla ne ilgisi vardı?
Çok gerilere gitmeyelim.
Selçuklular-Kürtler ilişkisi inişli çıkışlı oldu. Taraflar birbirinden pek hazzetmedi.
Kürtler, Akkoyunlular, Karakoyunlular, Dulkadiroğlu gibi Türk beylikleri himayesinde de pek mutlu olmadılar.
Kürtler, en çok Osmanlılar döneminde rahat ettiler.
Bunu sağlayan kişi ise İdris-i Bitlisi idi…
Gelin 500 yıl önceye gidelim.
Birinci perde
Fatih Sultan Mehmed’in ünvanı; “Sultanü’l-barrayn ve hakamül’l-bahrayn” idi; yani Anadolu, Rumeli ile Karadeniz-Akdeniz’in sultanı.
Fatih, Avrupa’nın sultanı olmak istiyordu. Bu nedenle yürüyüşü hep Batı’ya doğru oldu. Devrimciydi; hukuktan maliyeye; toprak üzerindeki siyasetinden güzel sanatlara kadar hep ilerici adımlar attı. Ali Kuşçu gibi alimlere önem verdi.
Fatih’in ölümünden sonra oğulları Cem ile Beyazıd arasında taht kavgası çıktı.
II. Beyazıd, Cem Sultan’a karşı halkın desteğini almak için Şeriatı hayatın merkezine koydu. Sarayın gerici unsurlarıyla ittifak yaptı. Çandarlı İbrahim gibi statükocu vezirleri tekrar saraya çağırdı. Babası zamanında yapılan sivil devlet kanunlarını daralttı; devletleştirilmiş emlak ve evkafı sahiplerine dağıttı. İtalyan ressamlarına yaptırılan Sarayın duvarlarındaki freskoları söktürdü.
Bu kısa bilgilerden sonra gelelim anlatacağımız olayın kahramanına: Yavuz Sultan Selim.
II. Beyazıd’ın oğluydu. Şehzadeliği döneminde Trabzon Valisi’ydi. Artık yaşlanan babasının atılgan olmamasına kızıyordu. Darbeyle babasının tahtını gasp etti. Osmanlı’nın Batı’ya yürüyüşünü Doğu’ya çevirdi…
Şimdi de olayın ikinci kahramanını tanıyalım: Şah İsmail.
İkinci perde
15’inci yüzyıl sonunda İran’da taht kavgaları başladı. Saltanatı Bayındır soyundan Safeviler ele geçirdi.
Devletin başına Erdebil Ocağı’ndan Şeyh Haydar’ın küçük oğlu Şah İsmail geçti. Şah İsmail aynı zamanda, “Hatayi” mahlasıyla Türkçe şiirler yazan bir şairdi. Türkmen’di. Kimine göre “Alevi” kimine göre “Şii” idi.
Anadolu Alevi Türkmenleri Şah İsmail’i kendi hükümdarları ve pirleri saydı/ hala da öyle sayarlar.
Buraya minik bir parantez açmalıyım:
Bu destek sadece inanç temelli değildi; Türkmenler yeni merkezileşmiş Osmanlı’ya karşı hoşnutsuzdular. Çünkü ne asker ne de vergi vermek istiyorlardı. İstedikleri kendi aşiret hukukları çerçevesinde göçebe hayata devamdı.
Hele hele özellikle Beyazıd döneminde Sünni İslamiyet’in Osmanlı resmi ideolojisine dönüşmesini kabullenmediler.
Bu nedenlerle de Şeyh Cüneyd-Şeyh Haydar döneminde Safeviler’e yakınlaştılar.
Safeviler Erdebil sufileri sayesinde Azerbaycan, Doğu Anadolu, Irak ve İran’da siyasi gücü ele geçirdiler.
Şah İsmail Azerbaycan dolaylarının hakimi Veziriazam Şemseddin Geylani’nin desteğiyle Akkoyunluları mağlup etti. Gözü Osmanlı topraklarındaydı.
1502-1507’de iki kez saldırıya geçti. Erciş, Ahlat, Diyarbakır, Mardin, Cizre, Musul, Bağdat’ı aldı. Sünni din adamlarının türbelerini yıktı. Bu hareketi Sünni Kürt aşiretlerinin tepkisini çekti…
Üçüncü perde
Ve gelelim yazımızın konusu olan kişiye: İdris-i Bitlisi.
Ailesi Bitlisli ve “Mevlana Hakimeddin” lakabıyla biliniyordu.
Babası tasavvuf ve tefsir konularına hakim Mevlana Şeyh Hüsameddin Ali-ül Bitlisi idi.
Ahmet Yesevi’nin yolundan yürüyen Seyyid Mehmet Nur Bahçi’den feyz almış; halifesi olmuş; şeyhi ölünce Nurbahçi tarikatını kurmuştu.
Bilginleri ve şairleri sevip koruyan Türkmen beyliği Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan’ın hizmetinde “divan katibi” olarak görev yapmıştı. Sekiz kitabı vardı.
İdris-i Bitlisi böylesine önemli bir alimin oğlu olarak dünyaya geldi.
Doğum tarihi kesin olarak bilinmiyor. 1452 - 1457 arasında doğduğunu yazabiliriz. Doğum yeri de muğlaktı; kimine göre Diyarbakır kimine göre Bitlis’ti. Kürt’tü.
Eğitimi babasından “İdrisiye Medresesi”nde aldı. Arapça, Farsça öğrendi.
Uzun Hasan başkentini Diyarbakır’dan Tebriz’e nakledince ailece oraya göçtüler.
Tebriz’de “Saray katipliği” yaptı. Ali Şir Nevai gibi alimlerle arkadaşlık kurdu. Şah İsmail’in 1501’de Akkoyunluları tarihten silmesine kadar sarayda görev yaptı. Ailesini koruyup kollayan Akkoyunluları yok ettiği için Şah İsmail’e düşman kesildi. Ve tabii bir düşmanlık nedeni ise Şah İsmail’in mezhebiydi.
İdris-i Bitlisi, Safevi tehlikesi konusunda II. Beyazıd’ı uyarmak için Osmanlı Sarayı’na kadar gitti. İyi karşılandı ama umduğunu bulamadı. Kendisine Arabistan kadıaskerliği gibi “bürokratik” bir görev verildi. Bir de resmi tarih yazıcılığı.
İdris-i Bitlisi’ye isteğini veren padişah Yavuz Selim oldu.
Yavuz Selim Trabzon Valiliği döneminde Safeviler’i tehlike olarak değerlendirmiş, babasını uyarmıştı.
Yavuz Selim tahta oturunca hemen İdris-i Bitlisi ile ittifak yaptı; Şah İsmail konusunda hemfikirdiler; yok edilmesi gerekiyordu.
Yavuz Selim sürekli kendine tehditkar mektuplar gönderen, “Anadolu halkının babasının müridleri olduklarını” yazan, Timur bozgunundan bahseden Şah İsmail’i susturmak istiyordu.
Kürtlerin desteğini almak için İdris-i Bitlisi’yi görevlendirdi.
İdris-i Bitlisi kısa sürede Sünni Kürtleri Osmanlı’nın yanına çekti.
Uzatmayalım…
20 Nisan 1514’te İstanbul’dan sefere çıkan Yavuz Selim, 24 Ağustos 1514’te Çaldıran’da Şah İsmail’i mağlup etti.
Bu savaş sonunda Kürt aşiretleri özel bir idareye tabii oldu. Kürt derebeyliğinin temeli atıldı. Bu ayrıntılara da girmeyip meselenin özüne gelelim: Türkler nasıl Kürtleştirildi?
Ve final
Çaldıran Savaşı’ndan sonra Yeniçeriler’in huzursuzluğu nedeniyle Amasya’ya dönen Yavuz Selim, Doğu Anadolu’da düzenin sağlanması görevini İdris-i Bitlisi’ye verdi.
İdris-i Bitlisi 25 Kürt aşiretini bir araya getirerek, onları -kendi üslubuyla yazarsak- “Kızılbaşların kökünü kazımaya teşvik etti.”
Hepsi, “Kızılbaş topluluklarına karşı kılıç darbesiyle cihat etme” yemini ettiler.
İdris-i Bitlisi kararı bildirmek için Amasya’ya Yavuz Selim’in yanına gitti.
Dedi ki, “Yüce amaç, Kızılbaşların topluluklarını parçalamaya ve birliğini darmadağın etmeye yol açacak tedbirleri almak olduğuna göre, bu durumda Sultanlık Sarayı’nın adamlarından, bütün yerli beylerin itaat edecekleri ve emirlerine boyun eğecekleri birinin tayin edilmesi daha iyi olur. Böylece bu iş en hızlı ve en iyi şekilde tamamlanır.”
O kişi Bıyıklı Mehmed Ağa oldu; Diyarbakır bölgesi Beylerbeyi yapıldı.
İdris-i Bitlisi memnundu.
Şakir Epözdemir gibi tarihçiler bakın ne yazıyor: “O dönemlerde Doğu ve Güneydoğu bölgesi baştanbaşa Kızılbaşların işgali altındaydı. Bölge insanı ve beyleri bu zulümden kurtulmak için İdris-i Bitlisi’yi beklemiştir.”
Bizim tarihçiliğimiz böyledir işte; neyse…
Gelelim sonuca…
İdris-i Bitlisi’nin Selim Şah-namesi’nde yazdığına göre “40 bin Kızılbaşın/Türkmen’in başı kesildi.”
Ve binlerce insan, Sünni Kürt kimliğine bürünerek katliamlardan kurtuldu.
Bu nedenledir ki, Nuri Dersimi, “Kürdistan Tarihinde Dersim” adlı kitabında İdris-i Bitlisi’yi “hain” olarak göstermektedir.
Günümüzde İdris-i Bitlisi hala tartışılmaktadır.
Bu yazının konusu benzer tartışmaları yinelemek değildir.
Ya da resmi ideoloji gereği “aslında Kürt yoktur onlar Türk’tür” demek hiç değildir.
Bakınız; kişi kendini hangi kimlikte görüyorsa öyledir. Türk, Kürt, Yahudi, Ermeni, Rum, Çerkez, Laz, Gürcü, Sünni, Alevi hepsi Türkiye Cumhuriyeti’nin saygın vatandaşlarıdır.
Bu yazının yazılma amacı şudur:
Bazı Kürt aydınları sık sık tv’lerde yakın tarihten örnekler veriyor ve nasıl eziyetlerle karşılaştıklarını anlatıyor. Söylediklerinin çoğu doğru.
Ama tarihi nereden başlatacağız?
500 yıl geriye gittiğinizde de Alevi Türkmenleri kesen, onlara “jenosid” uygulayan İdris-i Bitlisi’yi görürüz!
Evet empati şart. Kardeşliğe mecburuz.
Salt yaşanan acılar üzerinden siyasal rant elde etmeye çalışarak yarını inşa edemeyiz.
Sorunu kardeşlik temelinde çözülmesi isteniyor ise her türlü teröre övgüler düzmeye son vermek gerekiyor.
Artık beyaz sayfa açmak şarttır.
Bunu yapamazsak daha nice partiler kurulur ve kapatılır…
Soner Yalçın
Kaynak:
Eskiden kılıçlarla,oklarla savaşılırmış.Barut bulunduktan sonra ''Tüfek icat oldu,Mertlik bozuldu'' durumu meydana geldi.Bir düğmeye basmakla binlerce insan bir an da yok edilir oldu.Bunun en büyük örneği 1945 de Amerika'nın Japonya'ya attığı atom bombasıdır.Binlerce insan öldü,binlerce insan sakat kaldı ve en önemlisi doğa büyük zarar gördü.
Oturduğu yerden bir düğmeye basarak,kilometrelerce uzaktaki insanları öldürmekte onları kesmedi.Çünkü doğada zarar görüyordu.Çünkü dünyanın her yerindeki,yer altı ve yer üstü zenginlik onlar için önemlidir.Çünkü bütün nimetler onların malıdır(hizmetindedir) kendilerince.Onlar için önemli olmayan insan hayatıdır.Sadece kendilerini düşünürler.
Bombalarla katliam yapmak hem aleni olduğundan hem de masraflı olduğundan,yeni arayışlara itti emperyalistleri.Biyolojik silahlara yöneldiler.Bir bomba atacaklar karşı taraf gülme krizine girecek silahlarını bırakacak,bir bomba atacaklar karşı taraf birbirini öldürecek,bir bomba atacaklar karşı tarafın beyinlerine hükmedecekler.Buna benzer daha çok farklı arayışlar içindeler ama bu da onlar için kafi değil.Bir taraftanda aşısı,ilacı kendilerinde mevcut olan salgın hastalıklar çıkartarak karşı tarafı yok etmek veya bezdirerek kendisine köle yapma çalışmalarıda var.Son yıllarda harıl harıl bu konuda çalışıyorlar.Laboratuarlarda ölümcül salgın hastalıklar çıkartmaya çalışıyorlar ve ufak ufak denemelerinide yapıyorlar.Kuş Gribi,Domuz Gribi,Kanamalı kırım kongo hastalığı (keneden geçen) vs.Bakalım daha yeni yeni ne hastalıklar çıkartacaklar,yakında görürüz.
Bu iş öyle güzel bir iş ki her yönlü kullanılabilir.Aşısını satarak,ilacını satarak güzel paralarda kazanabilirler,yani ekonomik olarakta karşı tarafı kendilerine muhtaç hale getirebilirler.
Şu emperyalistler çok akıllılar çok ama aynı derecede de çok acımasızlar.Sırf kendi çıkarları için insan hayatını hiçe atmak ne derece doğru ? İnsanlığa sığar mı ? Bu dünyada işleri iş ama ya öbür taraf ?
Öyleyse ; Kahrolsun Emperyalizm , Kahrolsun İnsan Görünümlü Mahlukatlar